
Bedelden kastım, HDP’in ödediği bedel.
HDP’in eski Eş Genel Başkanları, Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ zindan da.
Eski ve yeni birçok milletvekilleri ceza evlerinde.
Yine birçok eski milletvekilleri yurtdışında, zorunlu sürgünde.
Seçilmiş tüm belediye başkanları görevden uzaklaştırılmış, kimileri zindanlarda, evlerinde oturanlar ise, kendilerini her an almaya gelecek olan polislerin yolunu gözlemekte.
On binlerce yönetici ve üyeleri hakeza tutuklu, dışarıda hala kalma şansına sahip olanlar, günübirlik yaşamlarında bile baskılarla karşılaşmakta.
İl ve ilçe yönetimleri adeta kuşatma altında.
Türkiye meclisinde görev yapan milletvekilleri, iktidar ve muhalefet partileri tarafından adeta vebalı muamelesi görmekte…
Tüm bu olup bitenlere rağmen, HDP’in eski ve yeni yöneticileri hala ve ısrarla HDP’i bir Türkiye partisi olarak tanımlamakta.
Madem HDP bir Türkiye Partisi, bunca zulüm ve baskının nedeni ne?
Partiyi yönetenlerin Kürt olması mı?
Gerçi mevcut her iki Eş Genel Başkan da Kürt değil…
Ancak Kürt olsalar bile durum değişir mi?
Değişmez, çünkü CHP’nin Genel Başkanı da Kürt, üstelik Kürdün Alevi’si. Klasik devlet bakışına göre bir derece daha tehlikeli olan kesimden. Yine CHP içerisinde onlarca Kürt milletvekili ve binlerce Kürt yönetici konumunda.
Ama Kürt ve Alevi olan genel başkanı da, Kürt olan milletvekilleri ve yöneticileri de herhangi bir baskıya maruz kalmıyorlar.
İktidarda olan AKP’nin meclis grubunda da onlarca Kürt milletvekili yer alıyor. Keza birçok yöneticisi Kürtlerden oluşuyor. Üstelik Miroğlu ve Metiner gibi daha önce HDP’lilerle yolları kesişmiş olan Kürtlerden…
AKP’li Kürtlerden de hiçbirisi en ufak bir baskıya uğramıyor.
Aksine el üstünde tutuluyor ve hayal edemedikleri makam ve mevkilerle, para ve pulla ödüllendiriliyorlar.
Tıpkı AKP ve CHP gibi, diğer irili ufaklı partilerde de yönetici pozisyonunda olan onlarca, yüzlerce Kürt, görev yapmakta.
Çünkü bu partilerden CHP devleti kuran parti, diğerleri de gerçek anlamda Türk ve Türkiye partileri.
Buna rağmen bu partilerden hiçbirinin başkan ve yöneticisinin bugüne kadar, „biz bir Türkiye Partisiyiz“ dediklerini, duyanlar varsa da, ben duymadım.
HDP’in eski ve yeni yöneticileri ise, dünden bugüne, her ağızlarını açtıklarında, „biz bir Türkiye Partisiyiz“ diye avazları çıktığı kadar bağırıp duruyorlar.
Devlet mi onların çığlıklarını duymuyor, yoksa gördükleri tüm bu baskı ve zulmün nedeni, tek Türkiye Partisi’nin yönetici ve milletvekilleri olmuş olmaları mı?
Sizce de bir terslik yok mu?
Eğer HDP Türkiye Partisi olmuş olmaktan dolayı bunca bedeli ödüyorsa, onlara bu baskı ve zulmü reva gören devlet kim ya da kimin devleti?
Eğer HDP’lilere baskı yapmada sınır tanımayan devlet Türk devleti değilse, HDP’lilerin gördükleri baskıyı, bir “Türkiye Partisi” olmuş olmasıyla, diğer partilerdeki Kürtlerin herhangi bir baskıya uğramamalarının nedenini de, mensubu oldukları partileri de “Türkiye Partisi“ olmamalarıyla ancak izah etmek mümkün olabilir.
Soruları birbiri ardına sıralayıp çoğaltmak mümkün.
Ancak bu sorulara verilebilecek cevapların da pek bir işe yarayacağını sanmıyorum.
Çünkü benzer sorular defalarca soruldu, olması gereken cevapları da defalarca verildi.
HDP’liler hep bildiklerini okudular.
Israrla, „HDP Türkiye, Türkiye HDP’tir“ söylemini tekrarlayıp durdular.
Her ağızlarını açtıklarında, „Türkiye’yi demokratikleştireceğiz“ dediler, bulundukları zindanlarda da bu söylemlerini hala tekrarlıyorlar.
Peki, HDP’li ya da HDP’li olmayan Kürtlerin kendilerine ait olmayan bir devleti demokratikleştirebilme gibi bir güçleri var mı?
Eğer böylesine bir güçleri varsa, bunu Türklerin devletini demokratikleştirmek için harcayacaklarına, bırakın bir Kürt devletini kurmayı, kendileri için yaşanabilir bir köy için niye kullanamıyorlar.
Her şeye rağmen, HDP’liler, bilerek ya da bilmeyerek partilerini bir „Türkiye Partisi“ olarak tanımlayabilirler.
Ancak Türk devletini yönetenler başta olmak üzere aklı başında olan hiçbir Türk de, Kürt de HDP’i bir Türkiye Partisi olarak görmüyor.
Kürtler HDP’i bir Kürt Partisi olarak görüp, algıladıkları için seçimlerde oy vererek, kendi açılarında doğru bir tercihte bulunuyorlar.
Türkler de tıpkı Kürtler gibi HDP’i bir Kürt partisi olarak görüp, algıladıkları için ona vebalı muamelesi yapıyorlar.
Selahattin Demirtaş eğer bugün hala zindandaysa ve ne kadar sayacağı dahi belli olmayan günlerini sayıyorsa…
Altı yıl önce yaşanan kimi olaylardan dolayı eski yöneticileri bugün tutuklanıyorlarsa…
Mecliste kalan mevcut milletvekillerinden 7’si hakkında fezleke hazırlanıyorsa, bu olup bitenlerin nedeni, Demirtaş ve arkadaşlarının salt Kürt olmuş olmalarının bir sonucu değil.
Eğer öyle olmuş olsaydı, „Türkiye Partisiyiz“ söylemi dışında, demokrasi ve devleti demokratikleştirme konusunda benzer söylemlere sahip ve HDP ile örtülü ittifak yapan CHP’li Kürt yönetici ve milletvekilleri de HDP’lilerle koğuşdaş olurlardı.
HDP’lilerin desteğiyle İstanbul’a Başkan seçilen İmamoğlu da, bugün ya Selçuk Mızraklı gibi zindanda ya da Ahmet Türk gibi kayyumlanmış olurdu…
Bunca zulmün ve de ödenen ağır bedelin tek bir nedeni var.
O da, yöneticilerin kendileriyle ilgili yaptıkları tanımın ve söylemlerinin aksine, HDP’in kimliklerine sahip çıkan bir Kürt tabana dayanması itibariyle bir Kürt partisi olmuş olmasıdır.
Zaten devlet de, HDP’i bir Kürt Partisi, zindana attıkları, sürgüne gönderdikleri, baskı ve zulüm uyguladıkları yönetici, milletvekili ve üyelerini de bir Kürt partisinin mensupları olarak gördükleri için onlara bedel ödetiyor.
Bedel büyük ve de ağır.
Ancak bu ağır bedeli ödeyenler, söylemleriyle partiye can veren, hala ayakta tutmaya çalışan Kürt tabanlarıyla da çelişiyorlar.
Yönetici olarak madem ağır bir bedel ödüyorsunuz, bari o bedelin adını doğru koyun.
Yenilseniz bile o ad onur madalyası olarak çocuklarınıza bir miras olarak kalsın…
26.09.2020