Konuyu teorik kavramlara boğmadan, bir örnek üzerinden giderek izah etmeye çalışacam.
Vereceğim örneğin merkezinde yer alan kişi son dönemlerde çoğu Kürtlerin tanıdığı bir isim.
Ahmet Kardam.
Cizre-Botan Botan Beyi Mir Bedirxan’ın beşinci kuşaktan torunu.
68 Kuşağından gelen bir Türk devrimcisi…
Türkiye’de sosyalist bir rejimin kurulması için yıllarca mücadele eden bir sosyalist…
Emperyalizme karşı mücadele eden, dolayısıyla kurulu dünya düzenini de değiştirip dönüştürmeyi hedefleyen bir enternasyonalist…
12 Eylül 1980 Darbesi ile Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan bir siyasi göçmen.
Tüm bu özelliklerine rağmen, ancak 50’li yaşlarından sonra Bedirxan Bey gibi tarihe geçmiş birinin beşinci dereceden torunu olduğunun farkına varabiliyor.
Ne kadar ilginç değil mi?
Ancak ilginç olan sadece beşinci dereceden dedesi olan Bedirxan Bey’den bihaber olmuş olması değil.
Farkına varışının hikayesi de bir o kadar ilginç…
Bedirxan Bey’in torunu ya da kendisiyle bir bağının olabileceği konusunda herhangi kuşkusu ve arayışı olmamış.
Malmisanij’ın “Cızira Botanlı Bedirhaniler ve Bedirhani Ailesi Derneğinin Tutanakları (1994)” adlı kitabının yayınlanmasıyla, tesadüf sonucu Kürt ve de Bedirxan Bey’in torunu olduğunun farkına varıyor.
Kitap’ta yayınlanan şecereden kendi ismini gördükten sonra araştırmaya başlıyor.
Yıllarca süren araştırma sonucu iki ciltten oluşan bir tarihi esere imza atıyor.
Cizre-Botan Beyi Bedirhan-Direniş ve İsyan Yılları
Cizre-Botan Beyi Bedirhan-Sürgün Yılları
Her iki cildi de okudum.
Mir Bedixan ile ilgili en kapsamlı ve yaşanan döneme dair bilgi ve belgeleri içeren tarihi bir çalışma.
Ayrıca bir hafta önce artı-tv’de katılmış olduğu bir programda kendisini dinledim.
Programda da kendisi ve dedesi olan Bedirxan Bey ile ilgili çalışması hakkında kendisine sorulan sorulara mütevazi bir şekilde cevaplar verdi.
Konuşmasında, küçük bir ayrıntı da olsa, kitaplarında yer almayan çok önemli bir anekdotu anlattı.
Dedi ki; “Böyle bir ailenin mensubu olmaktan gurur duyuyorum. İliklerine kadar asimile edilmiş bir kurdum. Ancak Kürtlükle en ufak bir alakam yok, Kürtçe bilmem. Hiçbir Kürt de bana Kürt demez. Bu iki ciltlik kitap, böylesine bir asimilasyona uğramış olmanın öfkesiyle yazılmıştır” dedi.
Ardından da Bedirxan Bey’in şu an Türkiye’de yaşayan aile mensupları konusunda da şu bilgiyi aktardı; “Türkiye’de yaşayan benim gibi çok sayıda torunları var. Ben tek değilim, ama yine ben tek başımayım. Bunların bazılarıyla daha bu çalışmaya başlarken buluştum. ‘Yahu ne karıştırıyorsun bu işleri’ diye bana tepki gösterdiler.”
Bu konuyu Ahmet Kardam üzerinden ele alırken amacım, kesinlikle onu eleştirmek değil.
Gerek iki ciltlik kitabını yazarken ve de televizyondaki konuşmasında değindiği o ince ayrıntılarla zaten kendisiyle ilgili bir özeleştiri de yapmış oluyor.
Bu da onun ne kadar erdemli bir olduğunu, geç de olsa yıllarını verdiği eseriyle borcunu ödüyor.
Peki bu durumda olan sadece Bedirxan Bey’in torunları mı?
Kuşkusuz hayır.
Tarihe geçmiş onlarca hatta yüzlerce ailelerin mensupları olan milyonlarca Kürt, bugün kendilerini Türk görüyor ve Türk devletine hizmet ediyorlar.
Milet olamamanın nedeni sadece devletin asimilasyon çarkına maruz kalan bu Kürtler mi?
Elbette ki hayır.
Bunun bir nedeni de son 50 yılda Kürtler adına ortaya çıkmakla birlikte, Kürt parti ve örgütlerinin milli bir duruştan uzak tutum ve duruşlarıdır.
1970’li yıllarda kurulan, isimlerinde Kürt ve Kürdistan kelimeleri yer alan tüm partilerin lider, yönetici ve taraftarları Sovyetlerin yıkılışına kadar bir bütün olarak, “sosyalist olmayan bir Kürdistan’ı istemiyoruz” şiarıyla, tüm güçlerini Türkiye’de yapacakları sosyalist bir devrime adamışlardı. Bugün de tüm enerjilerini halkların kardeşliği ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesine harcıyorlar.
Asimilasyon çarkına uğrayan Kürtlerden tek farkları, aynı işi Kürt ve Kürtler adına adıyla yapıyor olmalarıdır.
“Sosyalist olmayan bir Kürdistan’ı istemiyoruz” şiarıyla hareket eden partilerin çoğu, Sovyetler Birliği gibi tarihe karıştılar. Bugün hala varlıklarını sürdürenler ile tarihe karışan partilerden geriye kalan lider ve yöneticiler ise, Ahmet Kardam gibi bir özeleştiri yapma dürüstlüğünü bile gösteremiyorlar.
Kuruldukları o şatafatlı yıllarda, milliyetçi olmadıklarına dair anti-feodal ilkeleri üzerinde yemin ediyor…
Ne kadar enternasyonalist olduklarının göstergesi olarak da “sosyalist olmayan bir Kürdistan’ı istemiyoruz” söylemiyle adeta birbirleriyle yarışıyorlardı.
Kürtler adına parti kurmakla birlikte, Türk solcularına şirin gözükmek için milli bir duruştan, ana dilleri olan Kürtçeden uzak durarak, devletin uyguladığı asimilasyon çarkının adeta birer dişlileri olma işlevini yerine getirdiler/getiriyorlar.
Türk devletinin baskı ve zulmünün yanı sıra biraz da bu Kürt örgütlerinin millilikten uzak tutumlarının sayesinde Kürt halkı dilinden, toprağından, tarihi geçmişinden uzaklaştı.
Bir özeleştiri yapmadıkları gibi, bugün hala olaylara ideolojik yaklaşıp, kendilerine bile hayrı olmayan o ideolojilerini yeni ambalajlarla milli ve yeni bir reçeteymiş gibi Kürtlere yutturmaya çalışıyorlar.
Onların peşine takılan Kürtler de, „neden bir Kürt devletine sahip olmadık/olamıyoruz“ diye ağıt yakıyorlar.
Oyasa neden belli.
Biri devletin baskı ve zulmü ise, diğeri de Kürtler adına ortaya çıkan parti ve örgütlerin milli bir duruştan uzak olmaları sonucu, sömürgecilerin işini kolaylaştırmış olmalarıdır.
Bu iki temel nedenden dolayı Kürt halkı millet olma refleksinden uzaklaştı.
Bunun doğal sonucu olarak da;
Milet olamayınca milliyetçi olamıyor…
Milliyetçi olamayınca da milli bir duruş sergileyemiyor.
Milli bir duruşa sahip olamayan bir halk da, milli ya da moda deyimle bir ulus devlet kuramıyor.
24.08.2020