
Verili toplumlarda partilerin varoluş nedeni iktidar mücadelesidir. Bu nedenle mevcut iktidara karşı alternatif politikalar üretmek, toplumsal muhalefeti örgütlemek, demokratik yollarla iktidar olmayı hedeflemektir.
Kürdistan gibi sömürge olan toplumlarda kurulan partilerin varoluş nedeni ise, mensubu oldukları halkı örgütleyerek devlete karşı hak ve özgürlük mücadelesini verme temelinde kurmayı hedefledikleri devleti yönetmektir.
Bugün Türkiye’de legal olarak kurulan ve belirli illerde tabelaları asılı olan çok sayıda Kürt partisi var. Çoğunun isimlerinde, özlemini duydukları Kürdistan kelimesi yer almasına rağmen, ne bir Kürt devletini kurma yönünde, ne de Türkiye’de iktidarı hedefleme gibi bir çalışmaları görünüyor.
Durum böyle olunca, insan ister istemez Türkiye’de kurulmuş olan Kürt partilerin kuruluş amaçlarını ve ne iş yaptıklarını merak ediyor.
Mesela kendilerini Kürt ve Kürdistani Parti olarak tanımlayan
Hak-Par
Hüda-Par
PAK
PSK
KKP
PDK-B
PDK-T
PaKurd
Kendilerini Kürt partileri olarak görmemekle birlikte, Kürtler tarafından kurulan;
DBP
HDP
Ve parti olma koşullarını yerine getiremedikleri halde kendilerini parti olarak yansıtan
Azadi gibi yapılanmalar…
Bunlara ek olarak yine 70’li yıllarda illegal olarak kurulan ancak bir türlü yerüstüne çıkamayan, buna rağmen üçer, beşer kişinin nostaljik takıntılarıyla isimleri yaşatılmaya çalışılan illegal partiler…
Yukarıda adları yazılı olan partilerin kendilerini birer Kürt ve Kürdistani parti olarak adlandırdıkları için, Türkiye’de iktidar mücadelesi gibi bir hedeflerinin olmayışı ve bu yönde bir çaba göstermeyişleri de bir noktaya kadar kabul edilebilir bir durum. Ancak isimlerine uygun bir çabalarının olmayışı varoluş nedenleriyle de çelişiyor.
Kendilerini bir Kürt partisi olarak görmeyen BDP ile HDP ise, kazanmadan çok kaybettirme gibi, kime ve neye hizmet ettikleri dahi belli olmayan bir hedefe sahip olmaları, diğerlerine göre bir farklılığı ortaya koysa da, zevatı kurtarmaya yetmiyor.
Dolayısıyla kendilerini Kürt ve Kürdistani parti olarak adlandıran partilerin yaptıkları tek şey, kimi tarihi günlerde, üç-beş kişiden oluşan bir toplantı, ya da yaşanan herhangi bir olayla ilgili kuru ve üç-beş satırdan ibaret bir basın açıklaması yapmak.
Bunun dışında ne varlıkları ne de herhangi bir eylemlikleri görülüyor.
Misal:
Dersim’de dağlık ve ormanlık alanlar mı yakılıyor, umurlarında bale değil. Çünkü Dersim’de harekete geçirebilecekleri bir kitleleri olmadığı gibi, buna öncülük edebilecek yerel örgütleri de yok.
Lice mi yanıyor, tüm varlıklarıyla Diyarbakır’da kümelenmiş olmalarına rağmen, Lice’ye doğru üç adım atmaya yetecek güç ve enerjileri yok.
Türk devletinin bir yıldan beri Kürdistan’ın Güneyi’ne yağdırdığı bombaların sesini zaten duymazlıktan geliyorlar.
Çünkü bu konuda da, Nasreddin Hoca misali, devletten çok PKK’yi suçlayarak, devletin katliamlarına adeta meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar.
Rojava’ya yapılan işgal girişimlerine yine benzer nedenlerle kayıtsız kalıyor, İran’ın günübirlik Kürt idamlarına da magazinsel birer olaymış gibi yaklaşıp, idam edilenlerin fotoğraflarını sosyal medya hesaplarında paylaşmakla yetiniyorlar.
En ufak bir eleştiri karşısında da, „sen ne yapıyorsun, daha iyisini sen gel yap“, karşı önerileriyle, sosyalist ya da demokrat olmaktan kaynaklanan özelliklerinden olsa gerek, ne kadar hoşgörülü ve her türlü eleştiriye açık olduklarını göstermiş olmaktan da geri kalmıyorlar.
Kabul etmek gerekirse, benim gibi tek tek bireylerin örgütçü olma veya herhangi bir örgütü yönetme gibi kabiliyetleri yok. Eğer olmuş olsaydı, belki bizler de birer örgüt ya da parti sahibi olur, isimlerimizin önüne de birer unvan yapıştırırdık.
Dolayısıyla benim gibi bireylerle örgütlü olanların arasındaki fark da, örgütlü olanların örgütlülük gücüne dayanarak, toplumsal olaylara müdahale etme gücüne sahip olmuş olmaları ve iktidarı yada bir devlet kurmayı hedefleme gibi amaçlarının olmuş olmasıyla ortaya çıkıyor.
Ancak Kürt parti ve örgütlerinde de, bir bireyden farkı olduklarını ortaya koyabilecekleri bir müdahaleleri ya da mücadeleleri görülmüyor.
Tek yaptıkları, herhangi bir gün ve herhangi bir olayla ilgili bir toplantı yapmak ya da bir bildiri yayınlamaktan ibaret.
Bunu, benim gibi herhangi bir birey de rahatlıkla yapıyor/yapabiliyor.
Durum böyle olunca, birey ile örgütlü olanın arasındaki fark nerede, sorusu akla geliyor.
Bir bireyin bile tek başını yaptığı/yapabileceği bir iş için, bir sürü yasal işlemi yapıp parti kurma, tek merkezden ibaret olsa bile binalar kiralayıp giderlerini karşılama, üye ve taraftarların o binalara günde en az bir defa da olsa, gelmelerini zorunlu kılma gibi maddi ve manevi yükün altına girmeye değer mi?
Yoksa birilerinin, uzaktan kulağa hoş gelen bir unvana sahip olmaları için mi kuruluyor bu partiler.
Adlarına mücadele edildikleri varsayılan insanların dahi varlığından haberdar olmadıkları herhangi bir partinin il, ilçe başkanı, hatta genel başkanı bile olmak çok mu itibarlı bir şey…
Tüm bu olup bitenleri düşününce, aklıma takılan şu cümleden kendimi kurtaramıyorum.
Ya ben bu unvanların itibarını bilmiyorum ya da o unvanlara sahip olanlar, itibarın ne olduğunu bilmiyorlar…
05.08.2020