Uzun süredir Kürt mahallesinde bir sessizlik hâkim…
Herkes gecekondusuna çekilmiş, kendi evinin içiyle meşgul.
Arada bir çıkan kısık sesler ise, dışarıdan yansıyan gürültüye karşı mahcup ve mahzun bir mırıldanmadan ibaret.
Kürdistan’ın Güneyi ve Batısında bin bir güçlükle ve uluslararası destekle elde edilmiş olan kazanımlar mı tehlikede, kimsenin umurunda değil.
Herkes konumlandığı gecekondusunda bugünü risksiz geçirme derdinde.
Görünürde yarına dair bir umut ne de yaşadıkları kırıklıklarından bir ders çıkarma arayışı.
Kendi gündemlerini belirleme bir yana, mahalle dışından belirlenen gündemlere, kendi paylarına katkı yapabilecek bir yaklaşım dahi görülmüyor.
Arada bir çıkan kısık sesler de adeta “sahibinin sesi” olarak gürültü kirliliğine yol açıyorlar.
ABD eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Rudaw televizyonu aracılığıyla Kürtlere, ABD’deki seçim süreci sonrasına şimdiden hazırlık yapmaları konusunda önemli bir çağrıda bulunuyor.
Kürtler için adeta bir gündem önerisi olan çağrısında;
„Bana göre Kürtler ABD Dışişleri, Kongre ve Pentagon ile ilişkilerini muhafaza etmelidir. Kürtlerin bu makamlarda daha fazla destekçisi var, birkaç nedenden dolayı. Birincisi, IŞİD’e karşı yürütülen ortak operasyon. Önümüzdeki 100 günde Kürtlere yönelik bir tehdittin söz konusu olacağını ya da ABD’nin seçim öncesine kadar büyük bir değişiklik yapacağını düşünmüyorum. Bana göre, siz Kürtler ABD’de yapılacak seçimlerden sonrası için hazırlık yapmalısınız. Joe Biden ya da Trump, hangisi kazanırsa kazansın, seçilen başkan önümüzdeki yılın Ocak ayında görevi devralacak. ABD’nin politikasında iyi veya kötü yönde bir değişim olacaktır. Avrupa ülkeleri ile istişareye şimdiden devam edin. Kürtlerin Avrupa’da iyi dostları var. Siyasi ve diplomatik çabalarınızı ortaya koyarak Amerikalıların söz konusu bölgenin önemini anlamaları için dikkatlerini çekmeye çalışın. Bu çok önemli…“ diyor.
Bolton’un bu sözlerine Kürt düşmanları kıyameti koparırlarken, Kürt aktörlerin hiçbirisinden çıt çıkmıyor.
Bolton’un kendilerine yönelik bu önerilerini ciddiye mi almıyorlar, yoksa niyetlerini mi gizlemeye çalışıyorlar, herkes gibi ben de merak ediyorum
Ciddiye alıyorlarsa, şimdiden bir hazırlık yapma gibi bir niyetleri olup olmadığı konusunda herhangi bir belirti yok.
Sessizliklerini korumaları, eğer tedbir niyetli değilse, düşündürücü…
Keza Delta Crescent Energy LLC adlı Amerikan şirketi ile Rojava Özerk Yönetimi arasında geçtiğimiz günlerde bir antlaşma yapıldı.
Yapılan antlaşmayı ilk kez, ABD’nin etkili senatörlerinden Lindsey Graham, Kongre’deki konuşmasında, Demokratik Suriye Güçleri (DSG) Genel Komutanı Mazlum Kobani ile görüştüğünü ve Mazlum Kobani’nin kendisine, petrol sahalarının modernizesi için ABD’li bir şirketle anlaşma imzaladıklarını söylediğini belirterek, duyurdu.
Antlaşmanın Kürt tarafı olan Rojava Özerk Yönetimi’nin siyasi olarak tanınması anlamına gelen bu olay karşısında başta Türkiye olmak üzere Kürt düşmanları küplere bindi. Kimi Kürtler de, açıklamalarıyla onların küplerine su taşıdı.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, yapılan petrol anlaşmasına tepki olarak; „Bu terörizmin finansmanına destek adımıdır. Suriye’nin doğal kaynakları Suriye halkına aittir“ argümanını ileri sürdü.
Şam yönetimi antlaşmayı, „Suriye’nin petrolünü çalma girişimi“ şeklinde adlandırarak tepkisini gösterdi ve antlaşmanın uluslararası hukuka aykırı olduğu açıklamasında bulundu.
Türkiye ve Suriye tepki göstermişken, KCK sessiz kalır mı?
Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık da Türkiye ve Suriye devlet yetkililerinin açıklamalarını rahmet okutacak bir açıklamada bulundu.
Bayık’ın Stêrk TV’ye yaptığı açıklama ise şöyle; “…Suriye uluslararası alanda kabul edilen bir devlet. Bu yüzden Suriye’nin yer altında, yer üstünde bulunan tüm kaynakları halka aittir, birilerinin değildir. Yani kimse bunları mülkü yapamaz”.
Oysa yapılan antlaşma, Rojava Özerk Yönetimi’ne ekonomik olarak nefes aldıracak kadar içerdiği siyasi boyutu itibariyle Özerk Yönetimi uluslararası tanınırlığının bir ilk adımı olması açısından da önemli.
Böylesi bir antlaşmaya Türkiye ve Suriye devletlerinin tepki göstermiş olmaları, gayet doğal. Ancak doğal olmayan Cemil Bayık’ın adeta „sahibinin sesi“ olarak Türkiye ve Suriye devlet yetkililerinin kullanmış oldukları aynı argümanlarla antlaşmaya karşı çıkmasıdır.
Bayık ile onların vermiş oldukları tepkinin içeriği arasındaki tek far, Bayık’ın konuşmasında; „terörizmin finansmanı” ifadesini kullanmamış olması…
Keşke onu da kullansaydı, öylelikle mahallenin içi ile dışı arasında oluşan uyum ile ilgili kimi kafalarda da kısmen de olsa hala var olan soru işaretlerinin kırıntıları da temizlenmiş olurdu.
13.08.2020