
Her iki kare de Hewlêr’den.
Soldaki kare bir yıl önce Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, sağdaki kare ise bir gün önce Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın Hewler’deki karşılanma töreninden…
Mevlüt Çavuşoğlu’nu, indiği uçağının kapısında Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı Neçirvan Barzani karşılıyor.
Jean-Yves Le Drian’ı ise, yine uçağının kapısında Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başbakan yardımcısı Kubat Talabani karşılıyor.
Ziyaretçilerin konumu aynı, ama karşılamayı yapanların konumu birbirinden oldukça farklı…
Her iki bakanın karşılanma töreni „diplomasinin bir kuralı“ diye açıklamak elbette mümkün…
Ancak hangi kural diye sorulduğunda ise, diplomasiden anlayan herhangi bir Kürdün verebileceği bir cevabı ol(a)maz…
Uluslararası ilişkilerde kimi zaman, gelenekselleşmiş kimi diplomasi kurallarının dışına çıktığı da görülen ya da anlaşılan bir durumdur.
Bu, kimi zaman dost gördüğünüz bir ülkenin herhangi bir yetkilisini denklik durumunu gözetmeksizin daha üst düzey bir karşılama ile ne kadar dost olduğunuzu yansıtırsınız.
Kimi zaman da hasım ya da kendinizden daha uzak gördüğünüz bir ülkenin herhangi bir yetkilisini daha alt düzeyde bir karşılamayla, vermek istediğiniz mesajınızı diplomatik bir dille vermiş olursunuz.
Her iki ülkenin Kürtler ve Kürdistan ile bilinen tarihsel ilişkilerine dalmaya gerek duymadan sadece üç yıl geriye dönmekle yetinelim.
Bundan yaklaşık üç yıl önce, 25 Eylül 2017 tarihinde Kürdistan’ın Güney’inde Bağımsızlık Referandumu yapıldı.
Referandum sonrası Türkiye Kürdistan’ın Güneyi ile olan tüm sınırlarını kapattı, tank ve toplarla adeta bölgeyi kuşatma altına alarak, Güneyli yönetici ve halkın nefes almasını engelleyerek boğmaya çalıştı.
Türkiye ve İran’ın Kürdistan’ı kuşatma altına alma girişiminden cesaret alan Irak merkezi yönetimi referandumu tanımamakla kalmadı, Kürdistan’ın kalbi olan Kerkük ve sorunlu bölge diye adlandırılan Kürt yerleşim alanlarında yeniden egemenliğini kurdu.
Süreç içerisinde, referandumla ortaya çıkan iradenin pratiğe yansımasını bir tarafa bırakalım, bağımsızlık kavramı Güneyli yöneticilerin literatüründen çıktı, bir daha dile getirilemez oldu.
Fransa ise, o süreçte Türkiye ve İran’ın her türlü kuşatmasına rağmen, dönemin başbakanı Neçirvan Barzani ve yardımcısı Kubat Talabani’yi Elysee Sarayı’nda, devlet başkanlarına uygulanan bir törenle karşılayarak, Kürtlerle olan dostluk ve dayanışmasını tüm dünyaya gösterdi. Güney’e uygulanan kuşatmayı yardı, Bölgesel Kürt Yönetimi’nin, Kürt halkının yeniden nefes almasını sağladı.
Yine Türkiye bir yıldan beri Pençe serili operasyonlarla Kürdistan’ın Güney’inde adeta adı konulmamış bir savaşı yürütüyor.
Fransa ile Türkiye’nin bu operasyonlarını her fırsatta kınayarak, Bölgesel Kürt Yönetimi’nin yanında olduğunu, bugüne kadar desteğini sürdürüyor.
Buna rağmen tehdit ve saldırılarıyla Bölgesel Yönetimi boğmaya çalışan Türkiye’nin Dışişleri Bakanı, Bölge Başkanı olan Neçirvan Barzani tarafından ve uçağının kapısında karşılanıyor.
Bölgesel Kürt Yönetimi’nin varlığını sürdürmesi için her türlü desteği sunan, askeri ve ekonomik yardımlarla dayanışmada bulunan Fransa’nın Dışişleri Bakanı ise, Bölgesel Yönetim’in Başbakan Yardımcısı tarafından karşılanıyor.
Bunlar birer küçük ayrıntı, denilip es geçilmemelidir.
Çünkü, ‘şeytan da ayrıntıda gizlidir’ sözü gibi, Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bugünkü yöneticilerinin içinde bulundukları ruh hali de bu iki karenin ayrıntılarında gizlidir.
Diplomatik ilişkilerine bile yansıyan bu ruh halini hangi etken belirliyor?
Türkiye’nin saldırılarından dolayı kapıldıkları korku ya da Türkiye ile olan parasal ilişkileri mi, yoksa Fransa ve benzeri ülkelerin kendilerine uzattıkları dostluk eli ve dayanışma duygularının değersizliği mi?
Eğer her ikisi de değilse, bu ruh halinin oluşmasını tetikleyen etken nedir?
Bir bilen varsa, söylesin, biz de şeytanı aramaktan vaz geçelim…
17.07.2020