
Yaklaşık 6 ay önce, 11 Kasım 2019 tarihinde, „Peşmerge Güçleri’nin Birleştirilmesi Sorunu Komisyona Havale Edildi…“ başlıklı bir yazı yazmıştım.
Yazıda, siyasette sıkça dile getirilen bir söylemden hareketle; „eğer bir sorunu çözmek istemiyorsanız, bir komisyon kurar, sorunu o komisyona havale edersiniz.
Böylelikle sorumluluğu üzerinden atmış, sorunu da belirsizliğe itersiniz.
Yapılan tam da bu mudur, bilemiyorum“ demiş ve konuyla ilgili kuşkularımı belirtmiştim.
Ne yazık ki, kuşkularımdan haklı çıktım.
Çünkü, aradan tam 6 ay geçmesine rağmen, ne komisyonun varlığı ne de herhangi bir çalışması görüldü.
Kuruluşuyla bir umuda dönüşen komisyona ne oldu?
Varlığı devam ediyor mu?
Ediyorsa, ne tür bir çalışma yaptı?
Öyle sanıyorum ki, kimsenin bu sorulara verecek bir yanıtı yok.
Eğer kurulan komisyon bu 6 aylık süreçte varlığını koruyup, bir çalışma yapmış olsaydı, kuruluşu gibi, çalışmalarından da mutlaka haberdar olurduk.
Komisyon, kuruluşuyla birlikte kayıplara karıştı.
Peşmerge güçlerin tek çatı altında birleştirilmesi de, kayıplara karışacak komisyona havale edilmekle, unutturulmaya çalışıldı.
Aksine, yeni sorunlarla karşılaşıldı.
Mistefa Selimi’nin İran’a teslim edilmesiyle, Zinê Wertê’deki sınır bölgesine Peşmerge Bakanlığı’na bağlı bir birliğin yerleştirilmesiyle, PDK ve YNK’ye bağlı güçlerin giderek karşı karşıya geldiklerine…
Ortak hükümetin bir krizle karşılaştığına…
YNK’li bakanların Başbakan’a mektup yoluyla adeta muhtıra verdiklerine…
Başbakan’ın; “Kürdistan Bölgesi’nde yasalara aykırı olarak farklı yönetimlerin olmasını kesinlikle kabul etmiyoruz” açıklamalarına bugün şahitlik yapıyoruz.
1992’den 2003 yılına kadar olup bitenleri bir tarafa bırakalım…
2003’den sonraki süreci de kurcalayıp, deşmekle kendimizi gereksiz yere yormayalım.
Sadece son 6 aylık sürece bakalım.
Altı ay önce Başkan Neçirvan Barzani’nin önerisiyle kurulan komisyon, kuruluş amacına uygun olarak bir çalışma yapmış olsaydı ve o çalışmaya bağlı olarak ufak da olsa, bir adım atılsaydı, ne hükümetten habersiz olarak Mistefa Selimi İran’a teslim edilip idam edilecekti, ne de bugün Zinê Wertê’de yaşanan gerginlikten dolayı yeni bir kriz yaşanacaktı.
Çünkü, Kürdistan’ın güneyinde bugüne kadar yaşanan tüm sorunların anası, PDK ve YNK’ye bağlı askeri güçlerin hala varlıklarını koruyor olması ve milli bir ordunun kurulamamış olmasıdır.
Ortak bir mali ve adalet sisteminin olmayışının nedeni de, yine Peşmerge güçlerinin tek çatı altında bir araya getirilememiş olmasıdır.
Ortak kurumlar olan, parlamento ve hükümetin varlığı ise, sadece simgesel birer görüntüden ibarettir.
28 yıllık bir geçmişe sahip olan Bölgesel Yönetim, eğer milli bir ordu ya da ortak bir askeri güç oluşturabilseydi, hiç kuşkusuz 2017’de yapılan Bağımsızlık Referandumunun sonuçları daha farklı olurdu.
Kerkük ve çevresi merkezi hükümete altın tepside teslim edilmezdi.
Bağımsız bir devlet kurulamamış olsaydı bile, en azından Güney’deki tüm Kürtlerin iradesini temsil eden, onlara adil ve eşit davranan tek bir merkezi yönetim kurulabilirdi.
Başbakan Mesrur Barzani’nin bugün kamuoyuna yaptığı açıklamadaki deyişiyle, “Kürdistan Bölgesi vatandaşları ortaya çıkan bu gergin ve istenmeyen durum karşısında yorgun ve endişeli” olmazlardı.
Ancak, her şeye rağmen, bölgeyi tek merkezden idare edecek bir yönetim oluşturmak hala mümkün.
Yeter ki, onca acı çekmiş kadim bir halkın çıkarı parti çıkarlarına heba edilmesin.
18.04.2020