
Netameli konularda kalem oynatan gazeteciler, ileri sürdükleri iddialarındaki inandırıcılıklarını güçlendirmek için, bu iddialarını kimi zaman adı sanı belli olmayan, hatta kimi zaman da varlıkları dahi şüpheli olan kaynaklara dayandırırlar.
“Falan kaynağım şöyle dedi…”
“Filan kaynağım şöyle bir imada bulundu…” gibi imalarla yazılarını süslemeye çalışırlar.
Tabi bu tür imalarla amaçladıkları, iki konuda okuyucunun ilgisini çekmektir…
Birincisi, çoklu kaynaklara sahip olmakla ne kadar önemli olduklarını göstermek…
İkincisi ise, ileri sürdükleri iddiaların ne kadar doğru oldukları noktasında okuyucuyu inandırmak…
Yıllardır yazı yazan biri olarak, devlete yakınlığım olmadığı gibi devlet içinden kaynaklarım da olmadı.
Ancak benim de arada bir başvurduğum, bilgi edindiğim kimi kaynaklarım var.
Ki onlar da benim gibi devlete uzak ama halka yakınlar.
Yaşadıkları toplumu ve dünyayı açık kaynaklardan takip ediyorlar.
Bunlardan birileriyle son gelişmeleri konuşuyordum.
Sohbetimizin konusu daha çok Fırat’ın Doğusu ile ilgiliydi.
Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkileri…
Kürtlerin Şam ve Moskova ile son temasları…
Derken konu İdlib’e kaydı…
Çünkü şu an en çok gündem de olan konu İdlib.
Daha bir hafta önce 8 Türk askerinin öldürülmesi haberi gelmişti…
Erdoğan da buna karşılık Şam rejimine, kendi topraklarından geri çekilmeleri için belli bir süre tanıyacak kadar çitayı yükseltmişti…
Verilen sürenin üzerinden daha bir hafta geçmeden bu kez 5 askerin ölüm haberi geldi. Bu nedenle sohbetimizin ana ekseni de haliyle İdlib ve Türk-Rus ilişkilerine kaydı.
Muhatabım, uzak durmakla birlikte Amerika’nın son olaylarla ilgili tutumuna, dikkatimi çekmek istedi. Konuşması uzayınca, dayanamayıp müdahale ettim.
Tüm bunların Kürtlerle ne alakası var diye sorunca…
„Türkiye her sıkıştığında, Erdoğan ABC planlarının varlığına atıfta bulunarak, birinin son bulduğunda diğerinin devreye gireceğinden dem vuruyor.
Oysa Erdoğan, ABD ile Rusya’nın uygulamaya koydukları planlara göre, kendince bir denge oluştururum diye, konumlanmaya çalıştı. Ancak her seferinde bir sarkaç gibi, bir taraftan diğer tarafa savruldu. İdlib ile birlikte bu da son buldu.
Amerika ile Rusya’nın konumu farklı. Her iki ülkenin de kendine göre sıralı planları var. Biri devre dışı kalınca, diğerini devreye sokmak…“
Konumuz planlar değil derken, sözümü bir kez daha kesti.
„Evet konu planlar değil. ABD Kürtlerle ilgili sıralı planlar yaptı. Irak ile uygulamaya konulan A planı, belli bir aşamadan sonra Ankara ile Tahran’ın oluşturduğu duvarlara çarptı, işleyemez hale geldi.
Rojava’da uygulamaya konulan B Planı, Ankara ve Tahran’ın yani sıra Rusya’nın da dahil olmasıyla, belli bir aşmadan sonra tıkanmaya başladı.
Şimdi başlangıç noktası İdlib olmak üzere, Ankara ve Tahran’ı da kapsamına alan C Planı devreye konuldu. Buna parçaların kopuşunu peşi sıra gerçekleştirme olarak da okuyabiliriz…” dedi.
Kopan ikinci parçanın yeniden Şam ile bütünleşmesine seyirci kalınarak mı?
„Görünüşe aldanma… Yanıltıcı efektler her zaman devreye girebilir…
30 yıl geriye git, o günkü trafiği gözünde canlandır.
Saddam’a verilen mesajları hatırla.
Kimin nasıl ve neyle iştahlandırıldığını gör.
Sonra geri dön ve İdlib’te cereyan eden trafiğe, bu trafik ile aktörlerin açıklamalarını alt alta sırala.
Süreci daha net görür, olayların seyrinin nasıl ve nereye evrileceğini, nasıl ve ne şekilde sonlanacağını sen de büyük ölçüde tahmin edebilirsin…
Tabi tüm bu söylediklerimi kullanırken, konuştuğumuz tarihi de bir yere not et…”
Kaynağım son sözünü söyledikten sonra sırtını dönüp yoluna devam etti.
Ben ise onun verdiği bilgilerle baş başa kaldım.
Söylediklerinin ne kadarının doğru ne kadarının da boş çıkacağı, biraz da diğer aktörlerin tutum ve yapacakları müdahalelerinin boyutuna bağlı…
Bir de Kürtlerin olası sonuçtan yararlanabilme kapasitelerine…
12.02.2020