Bu sözü en çok kullanan Türk devlet yöneticileri ile Türklerdir.
Kendi açılarından haksız da değiller.
Çünkü insanın üzerinde yaşayacağı bir vatanı yoksa, özgürlüğü de yoktur.
Vatan olarak adlandırdığı topraklarda hükümranlık haklarına sahip olan bir devleti yoksa, farklı bir dile sahip olmasının da bir anlamı yoktur.
Hatta köklü bir tarihi geçmişe, zengin bir kültüre sahip olmuş olmasının da kendisine bir yararı olmaz.
Vatanını işgal edenlerin yönetimi altında yaşayan bir insanın ulaşılması zor olan makam ve mevkilere sahip olması da, onun özgür bir birey olmasını sağlamaz…
Dolayısıyla insanın doğuştan kaynaklanan temel insani haklarını kullanabilmesi, ana diliyle konuşup, ulusal değerlerine göre bir yaşam biçimini özgürce sürdürebilmesi, adına vatan dediği bir toprak parçası üzerinde, hükümranlık haklarını elinde bulunduran bir devlete de sahip olması gerekir.
Kürtlerde, özellikle Kuzeyli Kürtlerde eksik olan da budur.
Çünkü kendi rızaları dışında parçalara bölünmüş olsa da Kürtlerin bir vatanları var ve adı da Kürdistan’dır.
Farklı lehçeleri içinde barındıran bir anadilleri var ki, o da Kürtçedir.
Kürtlerin köklü bir tarihi geçmişe, zengin bir kültüre sahip olmuş olmaları da, sömürgecileri dışında hiçbir kimse tarafından inkar edilmez.
Ancak buna rağmen, Kuzey Kürtleri bugün bir devlete sahip olmadıkları için, kendi öz vatanlarında adeta hizmetçi muamelesi görmekte…
Hayatın her alanında asimilasyon çarkıyla yüz yüze kalmaları sonucu her geçen gün bir adım daha ulusal değerlerinden uzaklaşıp, birer paryaya dönüşmekteler.
Bilindiği gibi, Türk devleti 9 Ekim tarihinde Kürdistan’ın batısını işgal etme girişimini başlattı.
İşgal girişiminin başlamasıyla birlikte, Kürdistan’ın Doğu ve Güney parçalarında Kürtler meydanlara çıktı.
Hatta dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan Kürtler, Kürdistan’ın Batısındaki (Rojava) kardeşleriyle dayanışmalarını sergilemek için sokaklara döküldüler, Türkiye’nin işgal girişimini protesto ettiler.
Güneyli Kürtler, bölgesel bir yönetime sahip olmuş olmalarının kendilerine sağladığı olanaklardan hareketle, Türk mallarına karşı boykot eylemini de başlattılar.
Ancak, en büyük parça olan ve 25-30 milyon Kürdün yaşadığı Kuzey’de yaprak bile kıpırdamadı, üstelik Rojava’daki siyasi güçlerle ortak ideolojik paydaya sahip olmalarına rağmen…
Rojavalı kardeşleriyle ne bir dayanışma gösterisinde bulundular ne de Türk devletine karşı en ufak bir tepki gösterdiler.
Ancak hiç mi bir şey yapmadılar, demek, haksızlık olur.
Örneğin Güneylilerin Türk mallarını boykot etmiş olmalarını, kendilerini adeta devletin yerine koyarak, yanlış budular.
Bu kararı yanlış bulanlardan bir de, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı Celalettin Birtane.
Birtane, Rûdaw’daki bir sohbetinde diyor ki, “Türkiye’nin Rojava’ya yönelik operasyonuna tepki amacıyla Kürdistan Bölgesi’nde başlatılan Türkiye mallarını karşı boykot kararı, en çok Kürtlere zarar veriyor.”
Sohbetinin devamında; “Boykot kararı sivil bir itirazdır. Kararı alanlara diyecek bir şeyimiz yok ama bu kararın sonuçları üzerinde durmak istiyorum. Bu boykot kararıyla her iki tarafta da Kürtler zarar edecektir. Bugün Kürdistan Bölgesi’ne ihraç edilen malların büyük kısmı Diyarbakır, Mardin, Batman ve Antep’ten yani bölgemizden gidiyor. Eğer orada bu mallar satılmazsa burada üretici etkilenir” diyor.
İlginç…
Öyle anlaşılıyor ki, oda başkanı, boykottan etkilenecek üreticinin maddi zarar ve ziyanını çok önemsiyor.
Ancak terazinin öbür kefesindeki zararı görmezlikten geliyor.
Başka bir deyişle, Rojava’da malını, mülkünü bırakıp kaçan, kaçarken bile işgalci Türk devletinin kurşunlarına maruz kalan yaşlı kadın ve erkeklerin, masum çocukların katledilmiş olmalarının toplumda oluşturduğu etkiyi, üreticinin uğrayacağı etkiden daha hafif buluyor.
Anlayacağınız, Rojava’da Kürtler katledilirken, yaşadıkları topraklar Türk devleti tarafından işgal, mal ve mülkleri de talan edilirken, aynı devletin işgali altında yaşayan Kürtlerin hala satacakları bir kilo şeker ile bir kutu makarnanın hesabını yapıyor olmaları, Kuzeyli Kürt Burjuvazisinin; „söz konusu vatansa gerisi teferruattır!..“ duygusundan ne kadar da uzak olduğunu gösteriyor.
Eğer ulus devleti kuracak olan güç burjuvazi ise, ulusal bir devlete sahip olamayışımızın nedeni de, böylelikle daha net anlaşılıyor…
02.12.2019