
HDP, 24 Haziran 2018 Genel Seçimlerinde 67 Milletvekili kazanarak meclise girdi.
Bu 67 milletvekilinden 45’i Kürdistan illerinden, 22’si ise, Türkiye metropollerinde yaşayan Kürtlerin oylarıyla seçildiler.
31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde ise, Mardin, Diyarbakır ve Van Büyükşehir Belediyeleri olmak üzere 67 belediye başkanlığını kazandı. Bunlardan yine Mardin, Diyarbakır ve Van Büyükşehir Belediyeleri başta olmak üzere 24 belediyeye kayyım atandı. Geriye kalan 43 belediye de kayyım sırasını beklemekte.
HDP’li yetkililerin yaptıkları açıklamaya göre, son dört yıllık süreçte 16 bin civarında olan parti mensupları gözaltına alınmış. Bunlardan, aralarında eş başkanların, milletvekillerin, il ve ilçe eş başkanları ve yöneticilerin de içinde bulunduğu 5000’i tutuklanmış.
Meclis’te 3. büyük parti olmasına rağmen HDP, “bölücü”, “terörist” ya da en hafif deyimle “adı olmayan parti” olarak muamele görmekte…
Henüz kayyım atanmamış belediyeler, yerlerine atanacak kayyımların yolunu gözlemekte…
Kürt olan üye ve yöneticiler, kendilerini gözaltına almaya gelecek olan polislerin ne zaman kapılarını çalacaklarının hesabını yapmakta…
Böylesi bir tablo karşısında HDP içinden ya da dışından farklı seslerin dillendirdiği çözüm önerileri tartışılırken, en net öneri Sırrı Sakık’tan geldi.
Sakık’ın 13 Kasım’da attığı bir twit ile konu, yoğun bir şekilde basının gündemine girdi.
Sakık twitinde; “HDP’li belediyelere kayyım rutinleşip ve normalleşirken kendine demokrat(!) diyen hiçbir kesimden ve şahıstan bir beklentim yok. Ancak HDP’den beklentim yereldeki bu çıkmazdan kurtulmasıdır. Şahsi fikrim kalan belediyelerin hep birlikte çekilmesidir.”
Bir gün sonra Selahattin Demirtaş’ın avukatlarından Mahsuni Karaman benzer bir paylaşımda bulundu.
Karaman da twitter hesabında; “Fiilen tasfiye edilen/edilmek istenen bir HDP var. HDP’nin elinde ise toplu istifa ederek ara seçim ile hodri meydan deme imkânı var. TBMM istifaları kabul eder ve ara seçim olursa ne ala… Yeni bir çıkış olabilir. Kabul etmezse, iktidarın tasfiye politikası ifşa olur” diye yazdı.
Ancak daha sonra, “Demirtaş’ın Avukatı sıfatıyla değil, Mahsuni Karaman olarak kişisel bir paylaşımda bulundum” diye bir düzeltmede bulundu.
Amacım ne Sırrı Sakık’ın ne de Demirtaş’ın avukatının niyetlerini sorgulamaktır.
Sakık ve Demirtaş’ın dışında da bu konunun HDP içinde tartışıldığı bilinen bir şeydi.
Özellikle Kürt taban ile Türk tavan arasında farklı önerilerin dillendirildiği dışa da yansıyordu.
Sakık ve Demirtaş’ın avukatının paylaşımlarından sonra; „HDP zor kararın eşiğinde; gitmek mi kalmak mı?“ tartışması yapılırken, ilk tepki eski sözcü ve şimdiki Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen’den geldi.
Bilgen; “… Sarı öküzü 7 Haziran’ın hemen ardından yaşadıklarımızda kaybettik. Meclis ya da belediyelerden çekilme tartışması sorunu tersinden ele almaktır…“ diyerek ön aldı.
Bu tartışma sürerken Diyarbakır merkezli SAMER bir kamuoyu araştırması yayımladı.
Araştırmada; „Kayyım atamalarına karşı HDP’nin tavrını yeterli buluyor musunuz?” sorusuna “yetersiz buluyorum” diyenlerin oranı yüzde 62,5… HDP’in tavrını“yetersiz buluyorum” diyenlerin içinde yaş ortalaması 18-24 aralığında olanların oranı ise, %54.
Ankete göre, HDP’ye en fazla tepki gösterenlerin başında gençler yer alıyor.
Buna rağmen bugün Ankara’da yapılan toplantıda, bir kez daha Kürt tabanın değil, Türk tavanın dediği oldu.
Hiç kuşkusuz, milletvekillerin meclisten çekilmesiyle, belediye başkanlarının görevlerini bırakmasıyla, HDP’ye, dolayısıyla Kürtlere yönelik baskılar son bulmaz, her şey bir anda çözüme kavuşmaz.
Ara bir seçime yol açsa da, sonuçta farklı bir tablo ortaya çıkmaz.
Sadece son beş yılda olan, biten bir kez daha tekrarlanmış olur.
Zaten sorunun çözümü, „gitmek mi kalmak mı?“ dan ibaret de değil.
Bugün yapılan toplantıda daha yaratıcı ve etkili yöntemler de ele alınmalı ve konuşulmalıydı…
Farklılıklarından dolayı baskıya maruz kalan, şiddet gören halklar ve toplumsal kesimlerle ilgili Hannah Arendt’in tam da HDP ve Kürtlerin bugün yaşadıklarına örnek olabilecek bir belirlemesi var.
Hannah Arendt diyor ki; „Hangi sıfatla suçlanıp baskı ve şiddette maruz kalıyorsanız, o sıfatla cevap verin…“
HDP de 62 milletvekiliyle Türk Meclisi’nde adı olmayan, hatta „bölücü“ bir parti olarak muamele görüyor, bu nedenle her türlü baskı ve şiddete maruz kalıyor.
HDP’nin bu muameleye karşın cevap olarak alacağı en doğru karar da; „Madem bizi bölücü bir parti olarak görüyor ve bu nedenle bize baskı ve şiddet uyguluyorsunuz, biz de Diyarbakır’a gider, kendimize ait bir coğrafyada ve adımıza uygun bir mekanda faaliyetlerimize devam ederiz…“ olurdu.
Böylesi bir kararı almakla, devletin kendilerini yok etmek için yakmış olduğu ateş topunu, alır devletin kucağına atmış olurlardı.
Devlet kucağındaki ateşi söndürmeye çalışırken, onlar da belki de ilk kez bir ateş dansını uzaktan da olsa, keyifle seyretme şansına sahip olurlardı…
20.11.2019