
Milletler tarihlerinden çıkardıkları derslerden hareketle bugünü yaşar, geleceklerini de yaşadıkları deneyimlerden yola çıkarak tasarlar ve kurmaya çalışırlar.
Kürtlerin diğer milletler gibi bir devletleri olmasa da, devletsiz bir toplum olarak zengin bir tarihe sahipler.
Özellikle son yüzyıllık mücadele tarihleri, çıkarılması gereken derslerle doludur.
Bu yakın tarihte hiç kuşkusuz yenilgi var…
Soykırım var…
Sürgün var…
Trajedi var…
İhanet var…
Tüm bunlara karşın, istenilen düzeyde olmasa da, başarı da var.
Yeter ki, bilinip ders çıkarılabilsin.
Ancak Kürtler devlet olmanın sağladığı kurumlardan yoksun oldukları için bırakın yakın ya da uzak tarihlerini, yaşadıkları anı da ıskalıyorlar.
Günübirlik yaşıyor…
Anlık başarılarla zafer sarhoşluğuna kendilerini kaptırıyorlar…
Anlık yenilgiler karşısında ise, kendilerini adeta pazara sürülmüş bir meta olarak görüp, sömürgecilerin kendilerine biçtikleri değere rıza gösterip kahroluyorlar.
Kendilerini tanımıyorlar desem, yanılmış olurum.
Çünkü kendini tanımayan bir halk, varlığını korumak ve özgürlüğünü elde etmek için mücadele etmez.
Ancak kendilerini tanısalar da, sömürgecilerin kendilerine biçtikleri bir rolü esas alarak, kendilerini tanımlamaya çalışıyorlar.
Çekildikleri oyunda, düşmanlarının tuzağına kolayca düşebiliyor…
Tuzağa düştükçe, kendilerinden uzaklaşıyor, adeta düşmanlarının pis işlerini temizlemekle görevli birer hizmetçi konumuna geliyorlar.
Bu konu ile ilgili iki örnek vermek istiyorum.
Biri Kuzey’den, diğeri ise şu an bir insanlık dramının yaşandığı Batı’dan, moda deyimle Rojava’dan.
Kuzey’deki örnek HDP.
Rojava’daki ise SDG.
HDP’i kuran, örgütleyen, oy verenlerin %99 Kürtler.
Bu niteliği itibariyle HDP bir Kürt partisi.
Aynı HDP’i yöneten, söz ve karar alma konusunda etkili olan ise %1’lik Türkler.
Dünya alem, HDP’i bi Kürt partisi, Türkler ise, onu PKK’nin legal versiyonu olarak görmelerine rağmen, Kürtler HDP’i bir Türkiye partisi olarak tanımlıyorlar.
Haliyle bu tanımdan hareketle, katleden katillerine karşı çıkacaklarına, onların olmayan namuslarının bekçiliğine soyunuyorlar.
Sıcağı sıcağına bir örnek:
Erdoğan başkomutanı olduğu Türk ordusuyla Rojava’da Kürtleri katlederken sesiz kalan HDP yönetici ve milletvekilleri, Trump’ın Erdoğan’a, „Kürtlere karşı sert davranıp bir eşeklik yapma“ sözünü, Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılmış bir hakaret olduğundan hareketle, karşı çıkıyor, devleti yönetenlerin de Trump’a karşılık vermesini talep ediyorlar.
Bu yöneticilerden biri de HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli…
Temelli, Trump’ın mektubu ile ilgili tepkisini şöyle ifade ediyor; “Türkiye bu mektupları hak etmiyor. Bir cumhurbaşkanına bu mektup nasıl yazılabilir? İşte ülkenin sürüklendiği durum budur. Tarihte bu denli itibarsızlaştığımız görülmemiştir”.
Rojava’daki SDG’nin kuruluş mantığı ve tanımı HDP’ten pek farklı değil.
SDG’yi kuran ve askeri gücünü oluşturanların yine %99’ü Rojava’daki Kürtlerden oluşuyor.
Adına rağmen dünya alem, buna sömürgeci devletler de dahil, SDG’yi bir Kürt gücü ve egemen olduğu alanı da Kürdistan’ın batı parçası olarak görüyor ve ona göre tanımlıyorlar.
Kürtler ise, yaşadıkları alanı Kuzeydoğu Suriye, üzerinde yaşayan halkı, Kuzeydoğu Suriye Halkları, SDG’yi de adı olmayan bu halkların ortak örgütü olarak adlandırıyorlar.
Türkiye’nin işgal girişimiyle tüm dünyada birinci gündem maddesi haline gelen Rojava ile ilgili yapılan ve mürekkebi bile daha kurumayan haber ve yorumlara bir kez daha bakın.
Kürtler dışında hiçbir devlet ve Allah’ın hiçbir kulu Rojava’ya Kuzeydoğu Suriye demiyor.
Erdoğan’ın her şeyi olduğu Türk devleti ve ordusunun orada adı belli olmayan halklara saldırdığını söylemiyor. Mazlum Kobani’ye kimse Halkların Generali diye saçma sapan bir sıfat uydurmuyor.
Buna rağmen SDG başta olmak üzere, savaşan, gözünü kırpmadan ölüme koşan savaşçılar ve halkların kardeşliği mikrobuna duçar olan Kürtler, ısrarla olmayan halkların temsilcileri sıfatıyla dünya pazarında yer almaya çalışıyorlar.
Kimi zaman, bazı müttefikleri tarafından etiketi olmayan meta muamelesine tabi tutulduklarında ise, „yine satışa geldik“ diye, dost ve düşmanlarını aynı kefeye koyup, toptancılığa soyunuyorlar.
Halbuki sömürgeciler Kürtleri, Kürt olarak görüp tanımladıkları için öldürüyorlar.
Dünya Kürtleri, Kürt olarak görüp tanımladığı için, destek ya da köstek olmaya çalışıyor.
Kürtler ise, kendilerini hala adı olmayan halklar olarak tanımlamakta ısrar ediyorlar.
Bu tanım Kürtlere bir şey kazandırır mı?
Hiç sanmıyorum…
Aksine kaybettiriyor.
Çünkü partilerini, halkların partisi, ülkelerini halkların ortak vatanı olarak tanımlamaları, Kürtleri sömürgecilerin hedefi olmaktan çıkaramadığı gibi, dostlarını da çoğaltmıyor…
Salt bu iki örnek bile, kafasını hala kumdan çıkarmayan Kürtlerin kendilerini oldukları gibi tanımlamaları için yeter bir neden oluşturuyor.
Tabi gören göz, sorgulayan akıl kalmışsa…
21.10.2019