
Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük kaybedenleri, devletleri olmamalarına rağmen, Kürtler oldu.
Daha önce Osmanlı ve Pers İmparatorlukları arasında paylaşılmış olan iki parçalı Kürdistan, Osmanlının yıkılmasıyla, Kürdistan’ın en büyük parçası bu kez emperyalist devletler tarafından bir bölüşüme tabi tutularak, üçe bölündü.
Böylece iki parçalı olan Kürdistan, devleti olmayan dört parçalı bir ülkeye dönüştü.
Hiç kuşkusuz Batı’da filizlenip yeşeren milliyetçilik akımı ve bunun doğal bir sonucu oluşan ulus devlet fikri zayıf da olsa, Kürtler arasında da serpilip gelişti.
Bu amaçla Kürtler de dört parça Kürdistan’da ulus devlet kurma talebiyle harekete geçtiler.
Özellikle iki dünya savası arasındaki zaman diliminde Kürtler, Osmanlının mirası üzerinde kurulan Türk devletine karşı defalarca isyan etmeye kalkıştılar. Ancak her seferinde başarısızlığa uğradılar. Türk devletinin soykırım ve katliamlarına maruz kaldılar.
Orantısız kullanılan güç ve baskılar karşısında yorgun düştüler, ümitsizliğe kapıldılar.
Bunun sonucu olarak uzun bir süre derin bir sessizliğe büründüler.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti ile birlikte, dört parçadaki Kürtler yönlerini Kürdistan’ın doğusuna çevirdiler. Kurulan cumhuriyeti yeni bir kurtuluş kapısı ve umudu olarak gördüler.
Bu duygu sonucu Mele Mustafa Barzani, kendisine bağlı Pêşmerge gücüyle Mahabad’a giderek, kurulan Kürt Cumhuriyeti’nin savunma bakanlığını üstlendi.
Ancak kurulan devletin ömrü kısa sürdü ve Mahabad Kürt Cumhuriyeti yıkıldı.
Dört parçada oluşan kurtuluş umudu yerini bir kez daha tedirginliğe bıraktı. Cumhuriyetin yıkılmasıyla devlet başkanı olan Qazi Muhammed ve arkadaşları idam edildi. Mele Mustafa Barzani’de 500 Pêşmergesiyle birlikte başlattığı uzun bir yürüyüşle Türkiye üzerinden Sovyet Rusya’ya geçti.
Irak’ta yapılan darbe sonrası Mele Mustafa Barzani’nin 1958’de Kürdistan’a dönmesiyle birlikte, bu kez Kürtlerin yönü Güney’e çevrildi. Barzani’nin dönüşünden sonra Irak’a karşı verdiği mücadeleyi örnek alan Kürtler, Kuzey ve Batı’da da PDK ismiyle illegal parti kurma arayışına girdiler. Böylelikle, daha önce Doğu ve Güney’de kurulmuş olan PDK’ler Kuzey ve Batı’da da kuruldular. Dört parçada da kurulu olan PDK’lerin aralarındaki tek fark, isimlerinin sonuna, sınırları dahilinde kaldıkları ülkelerin isimlerinin baş harflerini ek olarak kullanmalarıydı. Mücadele anlayışları, o günkü süreçte dile getirdikleri talep ve istemleri neredeyse birebir aynıydı. Özellikle Kuzey ve Batı’da kurulan partiler, adeta Barzani liderliğindeki KDP’nin birer şubeleri konumundaydılar.
PDK’lerin o dönemdeki temel sloganları da, bağlı bulundukları ülkelere demokrasi, yaşadıkları Kürdistan parçasına da otonomi idi.
PDKİ, “İran’a demokrasi, Kürdistan’a otonomi!”
PDKI, ““Irak’a demokrasi, Kürdistan’a otonomi!”
PDKT, ““Türkiye’ye demokrasi, Kürdistan’a otonomi!”
PDKS, “Suriye’ye demokrasi, Kürdistan’a otonomi!” şiarıyla mücadele ediyordu.
Dört parçadaki PDK’lerin etkisi uzun bir süre devam etti. İlk kırılma Kuzey’de yaşandı. 1970’lerin ortalarında hemen hemen tümü sol ve sosyalist olan çok sayıda yeni örgütler kuruldu. Yeni kurulan siyasi hareketlerin mevcut PDK’lerden temel farkları, kendilerini Kürdistan’da olmayan bir işçi sınıfına dayandırmaları ve çözüm olarak federe ya da bağımsız ve sosyalist bir Kürdistan istemeleriydi.
Bu nedenle başta Mele Mustafa Barzani olmak üzere, diğer tüm parçalardaki KDP’leri, otonomist olarak görüyor ve hain ilan ediyorlardı.
O dönem kurulan örgütlerden bugüne varlığını güçlenerek koruyabilen tek örgüt olan PKK ise, Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan talebiyle ortaya çıkmış ve kendisinden farklı olan ve kendi isteminden farklı bir istemde bulunan herkesi hain ve işbirlikçi ilan ediyordu.
20. yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliği çökünce, beraberinde Varşova Paktı diye adlandırılan pakta üye olan devletler de çöktü. O devletlerin çoğu bugün NATO’nun birer üyeleri. Çöküş sadece devletlerle sınırlı kalmadı. Tüm dünyadaki sosyalist örgüt ve partiler de bu çöküşten nasibini aldılar. Arta kalanlar ise öncelliklerini değiştirdiler.
Kuruldukları yıllarda, kuracakları Kürdistanı sosyalist olma şartına bağlayan Kürt partilerinden arta kalanlar da, o şartı kaldırdıkları gibi, bugün sosyalist olma fikrini sadece nostaljik bir değer olarak taşıyorlar.
Gelinen süreçte Kürt siyasetinde değişen sadece, sosyalist fikir ve talepler olmadı. Ayakta kalan, zayıf da olsa varlıklarını hala sürdüren örgüt ve partilerin hedef ve talepleri de köklü bir değişime uğradı.
“Irak’a demokrasi, Kürdistan’a otonomi!” şiarının mimarı olan Mele Mustafa Barzani’nin PDK’sinin bugünkü hedefi bağımsız bir Kürdistan…
Bu hedefini gerçekleştirmek için birkaç yıl önce Güney’de Bağımsızlık Referandumu yapıldı. Referanduma katılan halkın %90’a yakını “evet” yönünde oy kullanarak, bu yönde iradesini ortaya koydu.
Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan talebi dışında farklı bir talep ortaya koyan örgüt, parti ve hatta herkesi hain ilan eden PKK ise, bugün Bağımsız Kürdistan hedefi bir yana, mücadele alanında bulunduğu parçalar dışındaki parçalarda da bağımsız bir devlete sahip olma istemini bile Kürtlere zül görüyor.
Hiç kuşkusuz, talep ve istemlerde öncelliklerle, talilerin yer değişmiş olmasında, somut koşulların belirleyici olma etkisi var. Ancak bunu salt somut koşulların somut tahliliyle izah etmek de pek gerçekçi değil.
Gerçek olan şu ki, dünden bugüne her Kürdün gönlünde bağımsız, hatta birleşik bir Kürdistan, istemi hala yer alıyorr. Ancak her biri bu istemi gerçekleştirme konusunda farklı bir hassasiyete sahip.
Kimileri sadece istemle yetinirken, kimiler ciddi bir çaba sarf etmekte…
Kimileri gönlünde geçeni öncellerken, kimileri ötelemekte…
Bunun böyle olmasının nedenleri de çok ve birbirinden farklı. Siyasi, ideolojik ve dini inancın yanı sıra ekonomik ve yan yana yaşadıkları halklarla olan toplumsal ilişkiler gibi adlandırmak mümkün.
Diğer bir realite ise, tek tek bağımsız Kürdistanların ya da bağımsız birleşik bir Kürdistan bugünden yarına kurulamayacağı gerçeği…
Nihai hedef birleşik bir Kürdistan olsa bile, öncellikle her parçanın özgürleşmesi şart ki, bunun için de temel olan üç şartın yerine getirilmesi gerekir.
- Her parçada mücadele eden güçlerin ortak bir hedefe odaklanması…
- O hedefe varmak için siyasi bir çatının oluşturulması…
- Elde edilen ve edilecek olan kazanımların korunması için askeri bir gücün yaratılması…
Bunlara ek olarak, Amerika ve Rusya başta olmak üzere güçlü devletlerin korunma amaçlı desteklerinin sağlanması…
Aksi taktirde ne tek tek parçalarda Kürdistanlar kurulur ne de Büyük Kürdistan rüyası gerçekleşir…
Tıpkı bugün Güney ve Batı Kürdistan’da olduğu gibi, elde edilen kazanımlar hep sallantıda kalır.
Güney, kendi içinde parçalı olduğu için bağımsızlık referandumunu dahi yapmasına rağmen, bağımsız olma hedefini bir türlü gerçekleştiremiyor.
Batı’da ise, tekli bir yapı olmasına rağmen, Kürt devletini adeta günah saydığı için neye ve kime hizmet ettiklerini, kendileri dahi bilmiyor…
19.09.2019