
ABD ve Türkiye arasında varılan Güvenli Bölge mutabakatının, anlaşmasının detayları resmi olarak basın ve kamuoyu ile paylaşılmasa da içeriği yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başladı.
Ortaya çıkan sonuçları iki başlık altında toplamak mümkün:
Bir: Sınır hattı boyunca birbirine paralel üç koridor öngörülüyor. Buna göre birinci bölge olan 5 kilometrelik (km) sınır hattından YPG-DSG (Demokratik Suriye Güçleri) çekilecek ve buradaki asayiş yerel güçlere, askeri ve sivil meclislere devredilecek. Bu koridorda ABD ile Türk askerleri Menbiç’deki gibi ortak devriye ile denetim yapacak. İkinci bölgenin, şeridin genişliği 9 km olacak ve burada YPG- DSG güçleri bulunacak, Türk askeri ise bu bölge ile bir sonraki koridora giremeyecek. Üçüncü koridorun genişliği ise 4 km olacak ve YPG birinci ve ikinci koridorda bulundurduğu ağır silahları bu bölgeye çekecek.
İki: ABD ve Türk askerlerinin katılımı ile ortak bir Müşterek Harekât Merkezi sınırın bu yakasında, Urfa’da oluşturulacak. Bu amaçla daha şimdiden onlarca ABD askeri Urfa’ya intikal etmiş durumda. 1 Mart 2003’te Irak’a ilişkin olarak ABD askerlerinin konuşlanmasına karşı çıkan Türkiye, şimdi Erdoğan‘ın onayı ile buna razı olmuş durumda.
Sağlanan anlaşmanın diğer detayları önümüzdeki günlerde netlik kazanır herhalde. DSG, daha herhangi bir anlaşmaya varılmadan önce savaş, işgal ve yıkımı önlemek için üç bantlı bir koridor teklifinde bulunmuş ve bunu kamuoyu ile paylaşmıştı. Ortaya çıkan sonuç birçok yönüyle SDG’nin önerisiyle örtüşüyor.
‚Türkiye’nin hassasiyetleri dikkate alınsın‘ telkininde, önerisinde bulunan Öcalan’ın varılan bu anlaşmada önemli bir rol oynadığı ise birçok kesimce dile getiriliyor. Benim de kanaatim, izlenimim bu yönde. Resmiyette ABD ile Türkiye arasında kurulan Rojava masasında Öcalan ile SDG de gayri resmi bir şekilde yer almışa benziyor. SDG‘nin üç şeritli, bantlı önerisi de Öcalan’ın telkinleriyle çakışıyor.
Ortaya çıkan bu sonuçlar, şayet Menbiç benzeri devriyelerle yetinilirse, yine de iyi. Güçler dengesine, içinden geçilen konjonktür ile uluslararası güçlerin konumlanışına, Kürtler arası ilişkilerin oldukça gergin bir durumda bulunmasına bakarak yine de iyi diyor ve iddia ediyorum: PYD ile ENKS arasında bir uyum yakalanabilmiş olsaydı işler bu noktaya gelmez, kimi tedbirler daha önceden alınabilirdi. Ve dağlı-tepeli Afrin’in yaşadıklarını hatırlatarak, düz ovada yer alan Kobanê, Serê Kaniyê ile Kamışlo’ya yönelik gerçekleşecek bir işgal ve saldırının yaratacağı yıkımdan, milyonlarca insanın derdest edilmesindense bir delinin sırtının sıvazlanması, dereyi geçinceye kadar ‚sen dayısın‘ denmesi anlaşılır ve makul sayılır.
Ve yine şayet Öcalan devredeyse, bunun içeriye yönelik sonuçlarını da beklemek gerekir. Öcalan açlık grevleri sürecinde yapılan ilk görüşmelerde 2013 Newroz açıklamasına atıfta bulunmuş, buna bağlılığını bir kez daha vurgulamıştı. Bu yaklaşım 2013 ile 2015 arası yaşanan iklime kapıyı aralıyor. O dönem PKK güçlerini geri çekmeye başlamış, buna karşılık legal Kürt kurum ve kadroları görece rahat bir ortamda mücadele olanağı kazanmış, Kuzey Kürdistanlılar Rojavalı kardeşlerinin yaralarını sarmak için seferber olmuş ve Kürt sorunu Edirne’de de Trabzon ve Konya’da da tartışılır bir ortam bulmuştu.
Ve yarın Öcalan ortaya çıkıp ‚Rojava rahat bir nefes alsın, Başur’a yönelik saldırı ve operasyonlar son bulsun, içerde de legal Kürt hareketi üzerindeki kuşatma sona ersin, bu yolun açılması içinse PKK silahlı güçlerini geri çeksin‘ der ve Erdoğan da gereğini yapar ve 2013-2015 sürecine dönerse bu, yeni gelişmelere kapıyı aralar.
Ekonomik krizle cebelleşen, son yerel seçimlerde Kürt oylarıyla mega-kentleri kaybeden, İstanbul’u CHP’ye kaptıran ve dünün yol arkadaşlarıyla sorunlar yaşayan, onların kuracağı partilerle daha fazla güç kaybına uğrayacağını gören ve sorunlara, gelişmelere pragmatik yaklaşan bir Erdoğan’ın da viraj alarak böylesi bir sürece yeniden dönebileceğini varsaymak gerekir. Kaldı ki Kürt oylarını da hesaba katarak buna ihtiyacı da var. Başka türlü yeni bir seçimde iktidarda kalamayacağını artık görüyor Erdoğan. Yarınlarda eli mecbur bir koalisyon hükümetinde MHP’nin yerine bir HDP’nin olmasını neden tercih yoluna gitmesin Erdoğan?
Böylesi bir tercih on milyonlarca Kürdün yaşadığı Ortadoğu’da elini güçlendirir; Kürtlerin seküler ve demokratik yüzü, Batı ile gergin olan ilişkilerini rahatlatır. Bunun idrakinde Erdoğan.
Böylesi bir süreç gelişirse şayet, bu Kürtler arası ilişkilere de yansır. Güney Kürdistan’a yönelik TC operasyonlarının son bulmasıyla KDP ile PKK az da olsa yakınlaşabilir. Bu etkisini Rojava’da, Batı-Kürdistan’da da gösterir ve sıkılı yumrukların çözülmesine vesile olabilir.
CHP ile bir Demokrasi Cephesi mi?
Geçiniz onu. Suriye’ye ilişkin kurmayı tasarladığı masada cihadist gruplara alan açan, buna mukabil PYD ve Kürtlere yer vermeyeceğini açıklayan, deklare eden bir Kılıçdaroğlu ile gidilebilecek fazlaca bir yol yok. ‚Beni destekle, ama Kürt olduğunu asla ve asla söyleme‘ beklentisi içinde olan Kılıçdaroğlu’lu CHP, 1990’ların başındaki CHP’den de geri bir konumda bugün.
Hele bir Eylül gelsin, Meclis açılsın ve Yargı Reformu devreye girsin. 2013 Newroz açıklaması, Türkiye Koalisyonu ve Yargı Reformu ile Rojava’ya yönelik Güvenli Bölge anlaşması anahtar sözcükler, içinden geçilen bu süreçte denklemde.
17.08.2019