
31 Mart seçimlerinde HDP’in kazandığı üç büyük ilin, Diyarbakır, Van, Mardin, belediye başkanları görevden alındı, yerlerine o illerin valileri kayyım olarak atandı.
Bir algı oluşturma amacıyla, bi gece yarısı alınıp uygulanan bu karar, sürpriz olmadı.
Çünkü böyle bir kararın alınacağı ta seçim öncesinden belliydi.
Erdoğan daha seçim yapılmadan önce, „yerlerine kayyım atadıklarımız bir daha seçilseler de, onları yine görevden uzaklaştırıp, yerlerine tekrar kayyum atayacağız“ demişti.
Erdoğan’ın bu sözlerine karşılık HDP seçmeni de; „seçimden bir gün sonra da kayyım atansa, yine adaylarımıza oy verip onları başkan olarak seçeceğiz“ demişlerdi.
Seçimin yapıldığı 31 Mart günü HDP seçmeni olan Kürtler, kendi adaylarını seçmekle, seçim öncesi hedeflerini gerçekleştirdiler.
Erdoğan’da seçilen belediye başkanlarını görevden almakla, seçim öncesi söylediklerini yerine getirmiş oldu.
Diğer bir deyişle, söz konusu illerde kimlerin başkan olarak seçilecekleri de, seçimden sonra görevden alınacakları da, baştan belliydi.
Belli olmayan tek şey, bu işlemin ne zaman yapılacağıydı…
Nihayet 19 Ağustos gecesi Erdoğan’ın Soylu’su beklenen kararı açıklamasıyla, düğmeye basıldı.
Üç büyük ilden başlandı, hangi il ve ilçelerle devam edeceğini ise, Erdoğan’ın vereceği işarete bağlı.
Seçme ve seçilme hakkı bağlamında ele alındığında, yapılan bu işlem, seçmen iradesine karşı bir devlet darbesidir.
Ancak Türkiye’de vurulan taraf Kürtler olunca, her zaman olduğu gibi, darbenin adı müdahale, karşı çıkılanı da sınırlı sayıdaki tek tek bireyler olur.
Türk halkı genel olarak devletin safında yerini alırken, yapılan darbe, ortak paydayı bir türlü yakalayamayan Kürtler arasında bile taraftar bulabiliyor.
Oysa yapılan darbe ya da işlem, her ne kadar HDP’li belediye başkanlarına yönelik olsa da, aslında onların şahsında, Kürtlerin devletin belirlediği alan dışında bir irade ortaya koymuş olmalarına yöneliktir. Ki bu da devletin Kürtlere yönelik temel politikasının bir sonucudur.
HDP’nin hatta bugün devletin başı olan Erdoğan’ın esameleri bile okunmazken, aynı devlet 1980 yılının başlarında Diyarbakır ve Ağrı bağımsız belediye başkanları olan Mehdi Zana ile Orhan Alpaslan’ı aynı yöntem ve aynı gerekçelerle görevden uzaklaştırmıştı. Üstelik uzaklaştırmakla da yetinmemiş, her ikisini zindanlara atmıştı.
Dolayısıyla, son yıllarda sıkça karşımıza çıkan bu uygulamayı, Erdoğan’ın bireysel ihtiraslarına ya da HDP’nin Millet ittifakına verdiği desteğe bağlamak, Türk devletini tanımamak kadar, yakın geçmişimizden dahi habersiz olmaktır.
Oysa devlet yetkilileri, özellikle de Devlet Bahçeli, yaptıkları açık ve net açıklamalarla bu gerçeği adeta yüzlerimize bir tokat gibi vuruyorlar.
Yapılan açıklamalardan birkaç örnek:
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli:
„Devletin olmadığı yerde demokrasi hükümsüzdür, temelsizdir…“
Erdoğan’ın yaveri Fuat Oktay:
„Demokrasi mücadelemiz çerçevesinde teröre destek veren belediyelere müdahale kaçınılmazdır…”
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek:
“Belediyelere kayyum atamakla kalınmamalı, HDP de kapatılmalıdır…“
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
„Yapılan millet iradesine saygısızlıktır. Ancak bu tür olaylar yaşanınca sokağa çıkmak, protesto etmek gibi durumları doğru bulmuyoruz…“
HDP Genel Kayımı Sezai Temelli:
“Bu sivil darbeye karşı halkın iradesi ayaktadır, sokaktadır, Diyarbakır’dadır, Türkiye’dedir. Diyarbakır bizimdir, Türkiye bizim ortak vatanımızdır. İrademize de ortak vatanımıza da kentimize de belediyemize de sahip çıkacağız…”
Açıklamalarını verdiğim beş kişinin her ne kadar birbirinden farklı pozisyonları ve açıklamalarında kullandıkları kavramlar farklı olsa da, aslında ortak bir paydada buluşuyorlar.
Nedir o payda…
Kürtlere ait olmayan devletin egemenlik alanı ve Kürtleri içine almayan Türk demokrasinin sınırları…
Bunu kısa ve net olarak açıklayan ise, Devlet Bahçeli ile Doğu Perinçek…
Bahçeli Türk devletinin egemenlik alanını belirlerken, Perinçek ise o alandaki Türk demokrasinin sınırını net bir şekilde çiziyor.
Ne Bahçeli’nin belirlediği alanda ne de Perinçek’in çizdiği sınırda Kürtlere ve Kürtlerin iradelerine yer veriliyor.
Erdoğan’ın yaveri Oktay, demokrasi ve terör kavramlarının etrafında dolanırken, Kılıçdaroğlu ne suya ne de sabuna dokunuyor.
„Yapılan millet iradesine saygısızlıktır“ diyor, ancak bu saygısızlığa karşı bir saygısızlık yapmamayı öğütlemekten de geri kalmıyor.
HDP’in Genel Kayyımı Temelli’nin açıklaması ise, adeta „bul karayı, al parayı“ babında.
Hele ki bu cümlesi, „Diyarbakır bizimdir, Türkiye bizim ortak vatanımızdır!“.
Ancak Erdoğan her nedense, İstanbul ve Ankara belediye başkanlıklarını kendisinden alan İmamoğlu ile Yavaş’ı görevden almıyor, onların almasına uzaktan yardımcı olan Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başkanlarına cezayı kesiyor. İşin ilginç tarafı Temelli gibi düşünmeyen birçok Kürt de olayı bu hikâyeye bağlıyor.
Görüldüğü gibi Devlet cephesi yine hile ve hurda ile ortak bir payda bulma ustalığını sergilemekte…
Ya Kürtler…
Her zamanki gibi yine darmadağınık ve her kafada bir ses çıkmakta…
30.08.2019
firataras@navkurd.net