
Bugün Ramazan ayının üçüncü günü.
Müslüman ülkelerin televizyonlarında fetvacılardan geçilmiyor.
Program başına aldıkları binlerce dolarla, iftarlarını bir tas çorbayla açan insanlara Cennet’in tapusunu dağıtmaya çalışıyorlar.
Hakeza teravih namazında tıklım tıklım olan camilerde devletin birer memurları olan imamlar, cemaatlerine Allah’a sadakatten çok, devletin başı olan Kral ya da devlet başkanlarına itaat etmelerini öğütlüyorlar.
Hak, hukuk, ya da adalet ve eşitlik hak getire!
Ne de olsa bütün bunlar öbür dünyaya ait meseleler…
Her türlü günahı işler, her türlü yalan ve dolana başvurur, bir tövbe ile de sıyırırsın…
Yalan konusuna gelince, öncelikle belirtmeliyim ki, bu konuda elimde istatistiklere dayalı herhangi bir veri yok.
Ancak bugüne kadar farklı alanlarda yapılmış olan çalışmalar ve kişisel gözlemlerim, Müslümanların diğer dinlere mensup olan insanlara, özellikle de Hristiyanlara göre daha çok yalana başvurdukları yönünde…
Bu da belli bir yaştan itibaren, çocukluk evresini geçip, erginliğe adım attıktan, yaşadığı toplumun değer yargılarına ve o toplumun inandığı dini inanca karşı mükellef duruma geldikten sonra başlar.
Son dört ilahi dinin çocuklarla ilgili benzer söylemlerinden biri:
„Her çocuk bir melaike olarak dünyaya gözlerini açar!“
Çünkü bu dinlere göre çocuklar her türlü kötülük ve günahtan arınmış olarak dünyaya gelirler. Erginlik yaşına kadar dini vecibelerden vareste tutuldukları için günah ve sevapları da bu yaştan sonra Allah’ın görevlendirdikleri melaikeler tarafından tutulur.
Yine çocuklarla ilgili gözlemlere dayalı bilimsel bir tespit:
„Filozoflarla çocukların ortak özellikleri, yalan söyleyemeyişleridir! “
Çünkü filozoflar bilgilerinden aldıkları cesaretle yalana ve dolana ihtiyaç duymazlar.
Çocuklar da henüz büyüklerinden yalan söylemeyi öğrenemedikleri ve dolayısıyla beceremedikleri için, gördüklerini ve de bildiklerini olduğu gibi söylerler.
Birçok dilde benzeri olan Türkçe’deki; “Çocuktan al haberi!” deyimi de çocukların hiçbir şart altında yalana başvurmadıklarına ve gördüklerini olduğu söyledikleri gerçeğine dayanıyor.
Bu yüzden deniliyor ki, „herhangi bir konuda eğer yalan söylenilen bir ortam ya da ev de doğruyu öğrenmek istersen, o ortam ya da evde bulunan çocukları konuştur!”
Müslüman olan toplumlarda bugüne kadar bir filozof çıkmadı, bundan sonra çıkacağı da biraz zor ama, bu toplumlarda hala bol sayıda çocuk yaşar. Ki bunlar, doğruları söyleme konusunda filozofların yokluğundan kaynaklanan eksikliği belli ölçüde de olsa yerine getirmiş oluyorlar.
Peki, her toplumda doğan çocuklar, belli bir yaşa kadar ortak özelliklere sahipken, neden daha sonra farklılaşır, o pir û pak olma özelliklerini yitiriyorlar?
Toplumbilimcilerin, sosyologların bu konuda yaptıkları çalışmalarda vardıkları ortak sonuç, aile içi ve daha sonra başlayan eğitim ile çevrenin rolü ön plana çıkıyor.
Çocuk önce anne ve babasından, sokağa adım atmasıyla çevresinden ve ardından da başladığı okulda aldığı eğitimin etkisiyle ya o saf duruluğunu koruyarak ya da ondan uzaklaşarak gelişir ve ona göre de kişiliği oluşur.
Başka bir deyimle ya doğru dürüst bir kişiliğe sahip olur, ya da yalancı ve fırıldak bir tip olarak toplumda yerini alır.
Peki bunun dinle ne alakası var diyebilirsiniz.
Bugün dünya nüfusunun %32’sini Hristiyanlar, %23’ünü Müslümanlar, %0,02’sini de Yahudiler oluşturuyor. Geri kalan % 45 ise, Hinduizm, Budizm gibi ilahi olmayan dinlere mensuplar.
Başka bir deyişle dünya nüfusunun %55’i son iki dinin mensuplarından oluşuyor.
Yahudiliğin etki alanı sadece toplu olarak yaşadıkları İsrail ile sınırlı.
Tevrat’tan sonra gelen Zebur’un bırakın etki alanını, bugün bu dine inananların varlığı dahi bilinmiyor.
Hristiyanların kutsal kitabı olan İncil, reformasyon sonrası dönemden itibaren artık Hristiyanlar arasında bir dini kitaptan çok, sadece etik değerlerden biri olarak görülüyor. Pazar’dan pazara ya da yılın belirli günlerinde hatırlanıyor.
Peki son ilahi din olan İslam ya da kitabı olan Kur’an öyle midir?
Her an Kelime-i Şahadet getiren, günde beş vakit namaz kılan, yılda bir ay oruç tutup zekât veren, ömründe en az bir kez haca gitmesi gereken bir Müslüman için Kur’an’ın sadece bir etik değerden ibaret olduğu söylenebilir mi?
Buna rağmen dünya da savaş ve katliamın, gasp ve soygunun, kavga ve gürültünün yaşandığı, hak ve adaletin ayaklar altına alındığı, yalan ve dolanın pirim yaptığı, ne yazık ki Müslümanların yaşadıkları ülkeler.
Oysa İslam’ın son din olması itibariyle, insanlar üzerindeki etkisinin daha yoğun olduğu Müslüman toplumlarda, yukarıda sıralanan kötülüklerin daha az olması gerekmiyor mu?
Tam tersi bir durumun yaşanmasında İslamiyet’teki “Tövbe”, Hristiyanlıktaki “Günah Çıkarmanın” farklı etkilere sahip olması olabilir mi?
Çünkü bir Hristiyan herhangi bir günahı işlediğinde ya da yalan söylediğinde, Kiliseye giderek Papaz huzurunda günah çıkarıyor. İşlediği günahı ya da söylediği yalanı ne kadar sıklıkla tekrarlarsa, o kadar da Papaz ile yüzleşmek zorunda kalıyor.
Oysa bir Müslüman ne kadar günah işlerse işlesin ya da ne sıklıkta yalan söylerse söylesin, bir Hristiyan’ın Papaz ile yüzleştiği gibi, herhangi somut bir varlıkla yüzleşmeden sadece kendi içinde ve Allah’a karşı tövbe ederek günahlarından arınmaya çalışıyor.
Bana öyle geliyor ki, Hristiyan’ın günah çıkarırken Papaz ile yüzleşmesi, onun aynı şeyleri tekrarlaması konusunda caydırıcı etkiye sahipken, Müslüman’ın somut olarak yüzleşmediği Allah’a karşı kendi içinde tövbe etmesi, aynı etkiyi oluşturmuyor.
Çünkü insan doğası gereği korku, somut bir şeye dönüştüğünde, utanma duygusu birileriyle somut olarak yüzleşildiğinde ortaya çıkar ve kalıcı bir etkiye sahip olur. Soyut kalan korku ile birileriyle yüzleşmeden duyulan utanma duygusu ne kadar güçlü olursa olsun, sadece anlık bir etkiye sahiptir. O anın geçmesiyle birlikte, korku da utanma duygusu da sona erer…
Sonuç olarak gözlemlerimden hareketle vardığım sonuç, her türlü kötülük gibi yalanın da din ile bir alakası varsa, Hristiyanlar papaz ile daha fazla yüzleşmemek için az, Müslümanlar ise, Allah’a karşı duydukları korku soyut kaldığı için çok yalan söylüyorlar…
O nedenle Türkçe’de söylenen, „çocuktan al haberi“ daha çok Müslüman toplumlar tarafından bolca kullanılır…
Bu bile, bu toplumlarda doğruyu söylemenin sadece çocuklara özgü olduğu gerçeğini zansıtmaktadır…
08.05.2019