
Türkiye’de Kürtlerin kurdukları ilk legal parti, Halkın Emek Partisi-HEP idi.
HEP, birkaç Türk kökenli yönetici dışında, tavan ve tabanıyla tümüyle Kürtlerden oluşan bir partiydi.
Ancak HEP’in kuruluş temellerini atan, oluşturan ve yöneten kadrolar onu bir Türkiye partisi olarak tanımlanıyor ve bu bağlamda adlandırılıyorlardı.
Buna rağmen, HEP’de bugünkü HDP gibi devlet tarafından bir Kürt partisi olarak görüldü, kitlelerle buluşmasını engellemek için, önüne bin bir engel çıkardı.
Özellikle, bugün hala devam eden %10 seçim barajıyla devlet, HEP’in meclis dışı kalması ve süreç içerisinde marjinal bir partiye dönüşmesini istiyordu.
1991 seçimlerinde SHP ile yapılan seçim iş birliği sonucu HEP baraj engelini aşınca, devlet de boş durmadı. Partiye yönelik baskılarını çeşitleyerek, artırdı. Yerel ve merkezi düzeydeki yöneticileri hakkında davalar açıldı, birçok yöneticisi Faili Devlet Cinayetleri sonucu öldürüldü. Akabinde HEP’in kapısına kilit vurularak, kapatıldı.
HEP’ten sonra, sırasıyla birçok parti kuruldu ve Kürtlerin 1990 yılında başlayan legal parti kurma sureci, bugün HDP ve adında Kürt ve Kürdistan kelimelerinin de yer aldığı birçok parti ile birlikte devam ediyor.
HEP’ten HDP’e olan süreçte, kurulan ara partilerde, partilerin açık ve kısa isimleri, genel başkan ve yönetici kadroları, amblem ve sloganları her seferinde değişse de, iki şey değişmedi.
Bunlardan biri, partileri kuran kadroların, kurdukları her partiyi bir Türkiye partisi olarak tanımlayıp ona göre partiyi konumlandırmaları…
Bir diğeri de farklı saiklerle de olsa, kurulan her partinin Kürtler ve devlet tarafından bir Kürt partisi olarak görülüp ona göre muamele yapmaları.
Başka bir deyişle Kürtler, kurulan her partiyi, bir Kürt partisi olarak gördükleri için, üye ve yönetici olarak görev aldılar. Seçimlerde oy vererek, desteklerini sundular.
Devlet ise, yine kurulan her partiyi, bir Kürt partisi olarak gördüğü için, her seferinde aynı yöntemleri izleyerek, üye ve yöneticilerine baskı uyguladı, terörle ilişkilendirerek, kapılarına kilit vurdu.
HEP’in kuruluşundan bugüne geçen 30 yıllık süreçte, Kürtler parti kurmaktan, devlet de kurulan partilere baskı uygulamaktan vazgeçmedi.
Kurulan partiler, önlerine konulan %10’luk barajı aşmak için uzun süre bağımsız adaylarla seçimlere katıldılar. Bu nedenle ve özellikle genel seçimlerde halktan aldıkları desteğin çok altında parlamentoda temsil gücüne sahip oldular.
İlk kez 2015 Haziran seçimlerinde parti olarak seçime katılan HDP, %13,12 daha sonra tekrarlanan Kasım 2015 ve Haziran 2018 seçimlerinde de %10,76 oranında oy aldı. Her üç seçimde de barajı aşan HDP, halktan aldığı oy oranında parlamentoda temsil gücüne sahip oldu.
Yine 2014 yerel seçimlerinde parti olarak seçime katılan BDP, 101 il, ilçe ve belde de, 31 Mart seçimlerinde ise, HDP 69 il, ilçe be beldede belediye başkanlıklarını kazandı.
2015 seçimlerinde HDP’ten milletvekili olan birçok milletvekili ile birlikte Eş Genel Başkanları olan Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ tutuklanıp, ceza aldılar. 2018’de seçilen birçok milletvekili hakında da fezlekeler hazırlandı, kimilerinin milletvekillikleri düştü, geri kalanların da 5 yıllık dönemi parlamenter olarak tamamlamaları kuşkulu…
Yine 2014 seçimlerinde belediye başkanı seçilen 101 kişiden 97’si görevden alınarak yerlerine kayyım atandı ve görevden alınanların çoğu hala ceza evlerinde…
31 Mart’ta seçilen belediye başkanlarını nelerin beklediğini şimdiden tahmin etmek güç değil. Yapılan seçimin mürekkebi daha kurumadan, seçilen beş belediye başkanının başkanlıkları düşürüldü, yerlerine çok az oy almalarına rağmen, seçimi ikinci sırada bitiren AKP’li adaylar atandı. Diğerlerine mazbatalarının verilip verilmeyeceği, göreve başlamaları halinde, ne zaman görevden alınacakları „herşeyinbaşı“ olan reisin vereceği karar bağlı…
Dolayısıyla HEP’ten HDP’e legal parti kurma süreçlerinde olduğu gibi seçim süreçlerinde de değişen bir şey yok.
Kürt halkı da devlet de HDP’i bir Kürt partisi olarak görüyor.
Bu nedenle Kürtler, her seferinde desteğini esirgemeden, oyunu HDP’e veriyorlar.
Devlet ise, her seferinde aynı gerekçe ile seçilen milletvekilleri hakkında fezleke hazırlayarak, milletvekilliklerini düşürmeye, seçilen belediye başkanları da görevden alarak, ya da görev vermeyerek yerlerine kayyımlarını atıyor.
Buna rağmen HDP’de, HEP’ten bugüne kadar kurulan tüm partiler gibi kendini hala bir Türkiye partisi olarak tanımlıyor…
Bu tanıma göre kendini konumlandıran HDP, seçim öncesi, „Türkiye’de kaybettireceğiz, Kürdistan’da kazanacağız!“ noktasından hareketle bir strateji geliştirdi. İki ayaklı olan bu stratejinin ilk ayağında hedeflediğini %100 tutturmasına rağmen, ikinci ayağında, bir önceki seçimde elde etmiş olduğu belediyelerin ancak 2/3’sini geri alabildi.
Dolayısıyla Türkiye’de AKP’ye kaybettirdi, ancak Kürdistan’da da kendisi kaybederek, Kürtlere birşey kazandıramadı.
Buna rağmen seçim sonrası Kürtlerin gündemleştirdiği ve cevabını hala aradığı soru ise şu:
Kim kazandı, kim kaybetti?
Oysa seçim sonrası ortaya çıkan tablo, hiç bir soruya mahal vermeyecek şekilde ortada. Bu tabloya göre, kendisini bir Türkiye partisi olarak tanımlayıp bu tanıma göre seçim stratejisini geliştiren HDP kazandı.
Ancak HDP’i bir Kürt partisi olarak gören ve bu saikle HDP’e oy veren Kürtler ise, Türkiyelileşmenin bedeli olarak bir kez daha kaybettiler…
14.04.2019