Bir devletin varlığını sürdürmesi, güçlü ve saygın olması birçok özelliği kendi bünyesinde barındırmasına bağlıdır. Ancak bunların iççinde en önemli olanları:
Yönetimde istikrar…
Ekonomide büyüme…
Paylaşımda adalet ilkesidir.
Sonuncusundan başlayacak olursak, paylaşımda adalet ilkesi Türkiye’de hiçbir zaman uygulanmadı. Yönetime gelen her iktidar, devletin tüm olanaklarını belli bir zümreye peşkeş çekti, maliyetini de geniş halk kesimlerine fatura etti. Bugünkü iktidar da bu uygulamaya sadik kalarak, kendine yakın yeni bir zümre yarattı. Halkı da 17 yıllık iktidarı sonucunda soğan, domates, patlıcan kuyruklarına mahkûm etti.
Dolayışıyla ekonomik büyümede durdu, kapıya dayanan bunalımın alarm zilleri çalmaya başladı.
Bugün devletin sahip olduğu tek şey yönetimdeki istikrardır ki, mevcut sorunları da bu sayede öteleyip varlığını sürdürüyor.
Bu durumun ne kadar süreceği ise, 31 Mart’ta yapılacak seçimlerin sonuçlarına bağlı.
31 Mart günü yapılacak yerel seçim, köylüler muhtarlarını, şehirlilerin de belediye başkanlarını seçecekleri bir seçimden ibaret değil.
Seçim sonuçlarıyla ortaya çıkacak tablo, bu anlamda önemlidir.
Bugüne kadara alışılagelmiş yerel seçimlerden iki yönü itibariyle farklıdır.
Birincisi, iktidar partisi de dahil olmak üzere, mevcut tüm partiler birçok ilde kendi aralarında yaptıkları ittifaklarla seçime katılıyorlar ki, bu Türkiye’de bir ilktir.
İkincisi, 1 Nisan sabahı ortaya çıkacak sonuç, yönetimdeki mevcut istikrarın yönünü de belirleyecektir.
Merkezi iktidarın her fırsatta bu seçimi “Türkiye’nin bekası” ile ilişkilendirip, seçmenler üzerinden bir korku atmosferi yaratması, yönetimdeki istikrarın geleceğiyle ilgili duyduğu kaygıların bir sonucudur.
Bu nedenle Kürtlerin bu seçime yaklaşımı önemlidir. Seçim sonucunda elde edecekleri belediye başkanlıklarının sayısından çok, 1 Nisan’da nasıl bir Türkiye’de güne başlayacaklarının hesabını iyi yapmaları gerekir.
Bunun için yapmaları gereken tercih, ekonomisi alarm vermesine rağmen, 17 yıldan beri süregelen yönetim ile bütün sorunlarını öteleyen istikrarlı bir Türkiye mi, yoksa ortaya çıkabilecek bir yönetim istikrarsızlığıyla, bir kaos ortamına doğru hızla yol alan bir Türkiye mi olmalıdır.
Birinci tercih, Kürtler üzerinde var olan baskı ve şiddettin daha da artmasına, el konulan belediyelerin kazanılması halinde yeniden kayyumlara devredilmesine, inkârı tekrarlanan Kürdistan’da yeniden sürgün ve katliamların yaşanmasına yol açar.
İkinci tercih ise, iç ve dıştaki tüm sorunlarını yönetimdeki istikrarla öteleyen Türkiye’yi, 1 Nisan sabahı itibariyle istikrarsız bir yönetime sevk edebilir.
Hiç kuşkusuz, yönetimdeki istikrarını kaybeden bir Türkiye de, Kürtlerin günübirlik yaşamlarına da bir yansıması olacaktır. Ancak bu, Kürt sorununun kalıcı bir şekilde çözüme kavuşması için yeni kapıların açılabilmesi anlamında, Kürtlere ciddi fırsatlar da sunacaktır.
Çünkü adı üzerinde, Türkiye ve Türk devleti…
Kürd’ü tanımayan, ülkesini yok sayan bu devlet, hiçbir zaman Kürtlerin devleti olamadı, bundan sonra da olamaz.
Dolayısıyla Kürd’e, ait olmayan, ülkesini işgal edip onu yok sayan bir devletin istikrarını koruması, statükonun devamını beraberinde getirecektir.
Bu gerçeği görmeleri için Kürtlerin yönlerini Kürdistan’ın Güney ve Batısı’na çevirmeleri tek başına yeterlidir.
Eğer Irak, yönetimdeki istikrarını sürdürmüş olsaydı, bugün bizim Güney Kürdistan diye bir yarı devletimiz olamazdı.
Eğer Suriye yönetimdeki istikrarını sürdürmüş olsaydı, yine bugün bizim Batı Kürdistan’da eksik de olsa devletleşmeye doğru yol alan bir Rojavamız olamazdı.
Kuzey ve Doğu Kürdistan’da da Kürt halkının özgürleşmesinin ön şartı, Türkiye ve İran’ın içte ve dışta istikrarsız bir yönetime doğru yol almalarıyla mümkündür. Hatta Güney ve Batı Kürdistan’da elde edilen kazanımların korunması, her iki parçada mevcut olan yarım devletlerin özgür ve bağımsız devletlere dönüşmesi de, belli ölçüde bu iki devletin mevcut konumlarını koruyup korumamalarına sıkı sıkıya bağlıdır.
Çünkü her iki devletin de günün birinde birer demokratik devlete dönüşebilecekleri ve Kürtlerin de bu devletlerin özgür birer vatandaşları olabilme ihtimali, sadece ham bir hayalden ibarettir.
Bu nedenle, Kürtler günübirlik kaygılarını bir tarafa bırakarak uzun vadeli düşünmeli.
Aynı zamanda Kürdistan Şehitlerini Anma günü olan 31 Mart’ta sandık başına giderlerken, tercihlerini Türkiye’yi yönetsel olarak istikrarsızlaştıracak yönde kullanmalılar…
07.03.2019
firataras@navkurd.net