Erdoğan 17 yıllık saltanatının son demlerini yaşıyor.
Kendisinden öncekilerin işine yaramayan devletin derin aklıyla ömrünü uzatmaya çalışıyor.
Ret ve inkâr politikasıyla, Kürd’e sıkılan her merminin maliyetiyle girdiği çıkmaz sokaktan çıkmak için adeta çırpınıyor.
Çırpındıkça halka çıkan faturanın bedeli de ağırlaşıyor.
Buna rağmen Türk toplumun da sessiz bir bekleyiş hâkim.
Çünkü Türkiye garip bir ülke.
Demokratları, demokratik değerlerden yoksun…
Müslümanları, İslami değerlerden uzak…
Milliyetçileri, Türk olmayan devşirmeler…
Liberalleri, devletten beslenen zenginler…
Haliyle böyle bir tabloya sahip olan bir ülkede ne özgür bir toplum ne de istikrarlı bir yönetim oluşur.
Bu nedenle her gelen yönetim, bir öncekinin akıbetini yaşamaktan kurtulamıyor.
Buna en somut ve de en taze örnek, Erdoğan ve AKP yönetimi.
Son 17 yıldır Türkiye’yi yöneten Erdoğan ve partisi AKP de, hiç şaşmadan son 40 yılda kendisinden önce iktidar olan partilerin yolundan yürümeye devam ediyor.
Böylelikle son 40 yılda iktidar olanlar gibi, AKP iktidarının ömrünü de Kürt sorunu belirliyor.
Son 40 yılda Kürt sorununa barışçıl vurgu yaparak iktidara yürüyen her parti, savaş ve mermi edebiyatına başladığı anda da kendi sonunu hazırladı/hazırlıyor.
Mesut Yılmaz; „Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçiyor“ diyerek iktidar, bir dönem sonra bu sözünü unutarak koltuğundan oldu.
Ha keza Demirel Diyarbakır’da Kürt realitesini tanıdığını ilan ederek Çankaya Köşkü’ne çıktı, tanıdığı realiteyi Faili Devlet cinayetleriyle sonlandırmaya kalkışınca, kendisi gibi partisi de tarih oldu.
Şimdi Erdoğan da, kendisinden önce nice siyasetçinin sonunu hazırlayan yolun yabancısıymış gibi, koşar adımlarla aynı noktaya doğru hızla ilerliyor.
Başbakanlık koltuğunu, halklar arası barış ve din kardeşliği edebiyatıyla korudu, karşısına çıkan tüm rakiplerini, hatta bugün kol kola girdiği Devlet Bahçeli’nin partisini ırkçı ve kafatasçılıkla, Kılıçdaroğlu’nun partisini Kürt düşmanı ve Kürtlere katliam yapmakla suçlayarak kendine bir alan açtı…
Bunun karşılığında da, ülkenin tek hakimi olma konumunu elde etti.
Daha 2013 yılında mecliste yaptığı konuşmasında şimdi „ortak bekaya’ doğru birlikte yürüdüğü MHP’yi, yine bugün “terörle ortaklık içinde” göstermeye çalıştığı CHP’yi hedef alan Erdoğan şöyle diyordu:
“Bugün MHP ve CHP neye karşı çıkıyorsa, orada ilk Meclis zabıtlarında o karşı çıktıkları şeyleri görecekler. Hem de en başta Gazi Mustafa Kemal’in nutuklarında görecekler. Kürt kelimesini o Meclis’te görecekler. Kürdistan kelimesini o Meclis zabıtlarında görecekler.”
Özellikle Haziran 2015 seçimlerinden sonra, tıpkı öncülleri gibi Kürt sorununda çıkmaza yola giren Erdoğan, savaş ve mermi edebiyatıyla, Kürdistan’ı yeniden inkâr etmekle siyasi ömrünü uzatmaya çalışıyor…
Bu bağlam da HDP’yi kasteden Erdoğan; „‚Kürdistan’da biz kazanacağız‘ diyor. Sen Türkiye’yi terk et, Irak’ta Kürdistan Bölgesi var oraya git. Bizim Kürdistan diye bir bölgemiz yok“ diyor.
Hiç kuşkusuz Kürdistan, Erdoğan’ın „var“ demesiyle var olmadığı gibi, „yok“ demesiyle de yok olmaz. Kaldı ki, Kürdistan’ı Erdoğan’ın bugün yönettiği devlet, son yüz yıl boyunca Kürtlere yönelik yaptığı baskı, zulüm ve katliamlarla dahi yok edemedi…
Ancak Erdoğan da bir gerçeğin farkında.
Oda sonunun neye bağlı olduğunu görüyor ve gördüğü şeyi istemese de, bazen ağzından kaçırarak dışa vuruyor.
Kürdistan’da Kürd’e sıkılan merminin maliyeti gibi…
Tıpkı Erdoğan’ın belirttiği gibi, Kürd’e sıkılan merminin maliyeti yüksektir.
Bir merminin fiyatı, ne soğan ile patatesin, nede biber ile patlıcanın fiyatıyla kıyaslanamaz, fiyatı gibi maliyeti de yüksektir.
Çünkü Kürdistan’da sıkılan her mermi, bir kürdün yaşamına yol açarken, aynı merminin maliyeti, Erdoğan’ın saltanatını da en az bir gün kısaltıyor…
Tıpkı ondan öncekilerin saltanatlarını sonlandırdığı gibi…
Tabi bu arada tanzim satış kuyruklarında süklüm, büklüm olan „halkların“ günlük yaşamlarına da ciddi bir yansıması oluyor…
Ancak onlar da bu maliyeti en az Erdoğan kadar hak ediyorlar…
28.02.2019