Esad rejimi 2019’a Suriye’de egemenlik ve hakimiyetini onaylatarak girdi. Dün Esad gitsin, rejim değişsin diyenlerin birçoğu bugün itibarı ile artık Esad gitsin demiyor. Diyenlerin başında ise TC ve onun çapulcularıyla El Nusra çakalları geliyor.
TC’nin müttefiki Arap ülkeleri, Suudiler ve diğer Körfez devletleri Erdoğan’la yolları çoktan ayırdı. Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Suudi Arabistan ve Mısır Şam’da sıraya girmiş durumdalar. BAE elçiliğini açtı. Diğerleri ise sırada. Bu da Şam’ın egemenliğini tanıma anlamına geliyor. Bu adımların Suriye’nin Arap Birliği üyeliğine kapı aralayacağı ise kesin.
Esad gitsin korusunun başında yer alan Suudi Arabistan İhvan-ı Müslim’in, Müslüman Kardeşlerin Mısır’da iktidara gelmesiyle bu talepten geri adım attı. AKP ile Erdoğan’ın Mısırlı Mursi’den boşalan Müslüman Kardeşler Örgütü’nün liderliğini üstlenmesiyle bu örgütü terör listesine aldı.
Erdoğan hem Rusya ve hem de ABD ile yatağa girdi, yarın şaşı kalkarsa şaşırmamak gerekir. Zira Rusya, Suriye ve İran’la aynı cephede yer alıyor. İran ve Suriye ise Şii eksende yer alan ülkeler. Sünni eksenin hamiliğine soyunmuş İhvan-ı Müslimin Erdoğan’a Suriye’de ekmek çıkmaz.
ABD ise 19 Aralık 2018’de ‘Suriye’den çekiliyoruz’ açıklamasını iki haftada revize etti. 60 ile 100 günlük süre dört ay ile bir yıl arasına çıkarıldı. Bununsa sonu taşlar yerine oturuncaya kadar açık. ‘Türklere Kürtleri katlettirmeyecek’, ‘Kürtleri korumaya yönelik anlaşma sağlanmadan ABD askerlerinin çekilmesi gerçekleşmeyecek‘ denerek Erdoğan’a sınırları hatırlatıldı. Arap ülkelerinin Şam’a kapak atmaları ve elçiliklerini açmalarıyla Suriye’nin Arap Birliği’ne yeniden kabulü TC üzerindeki baskıyı daha da artıracaktır.
Almanya Federal Parlamentosu Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nin ‘Türkiye Afrin ve Suriye’nin diğer topraklarında işgalcidir’ raporunun da nihayetinde tescil ettiği gibi egemen bir Suriye’de işgalci TC’ye alan daralacak ve 2019 ile birlikte Türkiye Suriye’den çekilmenin yollarını aramaya başlayacaktır. Daha 2019’un ilk günlerinde Türkiye’nin denetimindeki İdlip’te cihatçı güçler birbirine girdi. Bu çatışmalar Suriye, İran ve Rusya’nın elini güçlendirirken Erdoğan’ın manevra alanını daraltmaktadır. Kaldı ki içerde de işler öyle iyi gitmiyor. Erdoğan’ın Cerablus, Bab ve Afrin kahramanlarının (İsmail Metin Temel ve Mustafa Barut) yeni maceralara karşı çıktıkları için apoletleri söküldü ve çöplüğe atıldı.
Esad’sa son yedi yılda epey hırpalandı, tüyleri yolundu ve güçten bir hayli düştü. 2019’dan sonrası iktidarda kalmak içinse Suriye toplumunun en diri ve direngen unsuru Kürtlerin desteğine ihtiyaç duyacak. Ağırlıkta Nusayrilere dayandığı halde Sünni Arap burjuvazisinin desteğini arkasına alan Esad, Kürtler olmadan belini düzeltemeyeceğinin ise bilincinde.
Tüm bunlara rağmen ise Kürt birliğinin sağlanması olmazsa olmazların başında geliyor. Şayet 2012’nin ortalarında oluşan ve tüm Kürt partilerini kapsayan Kürt Yüksek Konseyi (Desteya Bilind a Kurd) günlük çıkarcı yaklaşımlara kurban edilmese, PYD’nin omurgasını oluşturduğu MGRK (Batı Kürdistan Halk Meclisi) ile ENKS’nin (Suriye Kürtleri Yurtsever Meclisi) o zaman oluşturduğu ittifak devam ettirilebilseydi, belki bugün çekilen kimi sancılar yaşanmazdı. Ha keza Kürt Yüksek Konseyi dağıldıktan sonra Amerikalıların devreye girmeleri ve dayatmaları sonucu Ekim 2014’de Duhok’ta sağlanan birlik bugün devam etmiş olsaydı, durum farklı olabilirdi.
Her iki oluşum PKK ve KDP yörüngesinde yer alan partiler arasında sağlanmıştı. Buradan çıkan sonuçsa özet olarak şu: KDP ile PKK bir araya gelmediği müddetçe Kürtlerin hem Rojava’da hem de Kürdistan’ın diğer parçalarında yakalarının biraya zor geleceğidir. Kerkük’ün elden gitmesi, Şengal’in Irak denetimine girmesi, Afrin’in düşmesi buna acı birer örnek.
2019 yılının Ocak ayının dördünde bir haber düştü basın ve kamuoyuna. Brüksel merkezli Kürdistan Ulusal Kongresi’nin (KNK) Batı Kürdistan’da geliştirdiği inisiyatif sonucu Cizre Kantonu Dışişleri Bakanı Dr. Abdulkerim Omer ‘Rojavalı partilerin ofislerini açabilecekleri’ müjdesini vererek ‘Kürt siyasi tutsaklarının salıverileceklerini’ belirtti. Bu açıklamadan Kürdistan’ın Batı’sında, Rojava’da Kürt partilerinden bazılarının özgürce faaliyette bulunamadıkları, bu partilerin kimi yönetici ve üyelerinin siyasi tutsak olarak zindanlarda tutulduklarını anlıyoruz.
2019 yılı başında Suriye’de yaşananlarla 1992’nin Irak’ında yaşananların kimi ortak noktaları var. 1991 ile 1992 yıllarında Güney Kürdistan Saddam diktatörlüğünün egemenliğinden kurtarılmış ve uluslararası bir koruma ile 2003 yılı ve sonrasına gelinmişti. 2019’un Suriyesi’nde ise Batı Kürdistan’ın Afrin dışında kalan tüm toprakları Kürt güçlerinin denetimi altında ve Kürt güçleri Suriye devletinin sınırları içindeki yüzde otuzluk bir coğrafyayı, alanı kontrol eder durumda.
Pazarlıklardan, görüşmelerden ne çıkar, bilemem. Gelişmelerin seyrinden çıkardığım sonuç, Irak ve Güney Kürdistan’a ilişkin 1992’den sonra oluşan de facto duruma benzer bir yaklaşımın Suriye için de devreye konacağı yönündedir. Birçok uluslararası ve bölgesel güç devrede olduğu için bu zaman alacak, kimi zamansa gelgitler yaşanacaktır.
ABD ise Ortadoğu’dan çekilmez. Zira İsrail’in güvenlik kaygılarıyla her iki ülkenin İran karşıtlığı buna el vermez. Ayrıca Rusya’ya fazladan alan açma ABD’nin işine gelmez.
Suriye’de uçuşa yasak bölge ise olmaz. Uçuşa yasak bölge Irak’ta Saddam’a karşı Kürtleri korumak için kondu. Suriye’de hangi güce karşı uçuşa yasak bölge ilan edilecek? Rejim ve Rusya’ya mı, yoksa ABD ve Türkiye’ye karşı mı?
Saydığımız bu güçlerden ikisi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi. ABD uçuşa yasak bölgeyi Rusya ve Suriye’ye yönelik getirmek istese, Rusya veto kartıyla yanıt verir. Benzer bir durum tersi için de geçerli. Türkiye’ye karşı böylesine bir önlemin alınacağını ise sanmıyorum.
Son söz: Kürt birliği artık günü birlik çıkarlara, pragmatik yaklaşımlara kurban edilmemelidir!
08.01.2019