Mustafa Karasu’nun son son açıklamalarıyla HDP için yaptığı tanımı okurken, Jacques Seguela’in „Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin!.. O beni bir Genelevde Piyanist Sanıyor“ adlı kitabını hatırladım.
Séguéla bu kitabıyla ilgili şöyle diyor:
„Bu kitap Séguéla tarafından değil, Séguéla için yazıldı. Bu bir anı kitabı. Kendi anıma bir kitap yazdım. Anı sözcüğünün anlamı konusunda yanılmayın. Edebiyatta anı, yazarın kendisini hatırlamanızı istediği türün adıdır. Ama esas ilgilendiği bellek sizinkidir. Meşhurları yaratıp piyasaya sürenler, kahve, motor yağı ya da çamaşır tozu markalarını zafere götürürken, kendilerinin bu ürünlerden daha az tanınmış olmalarının sıkıntısını çekerler. İşte ben de en iyi bildiğim üründen söz edeceğim sizlere: Yani kendimi anlatacağım…“
Mustafa Karasu’da son açıklamalarıyla HDP’in hikayesinden çok aslında HDP’i yaratanlardan biri olarak kendisini, dolayısıyla HDP’in gerçek sahiplerinin ona nasıl bir rol biçtiklerini anlatıyor.
Beşli ittifak’ın HDP ile „Seçim Bloku“ oluşturma girişimleri üzerine yaptığı açıklamayla Karasu, Kürd’ün belleğiyle oynuyor.
Eş Genelbaşkanları ve üç-beş marjinal Türk dışında tümüyle Kürtlerden oluşan HDP’i Türkiye partisi olarak Kürd’ün belleğine kazıyor…
Çünkü Kürd HDP’in bir Kürd partisi olmasıyla övünüyor…
Devlet, hatta iktidar ve muhalefet partileri ise, Kürt partisi olması sebebiyle HDP’e „vebalı“ muamelesi yapıyorlar…
Buna rağmen Mustafa Karasu Türk’ün „vebalı“ gördüğü bir HDP’i Kürd’ün övündüğü bir HDP’e tercih ediyor.
Ne diyor Karasu, önce ona bakalım:
„HDP, Kürt Partisi değildir. Kürtlerin de oy verdiği bir partidir. “Kürtler oy verdi diye HDP”, Kürt ve Kürdistan Partisi olmaz.
HDP Kürt ve Kürdistan Partisi olmadığına göre, “Kürdistan İttifakı”, “Kürdistan Birliği” kurması ya da kurulan bu tür ittifaklar içinde olması, söz konusu olamaz. HDP’nin bunu yapması aptallık olur. Ne yaptığını bilmezlik olur…“
Tabii Mustafa Karasu’nun bu tanımlamasından sonra kimi HDP’liler de boş durmadılar/durmuyorlar…
Karasu’nun altını doldurmak için adeta birbirleriyle yarışıyorlar…
Kimi; „Heval, HDP’e Kürt partisi demek tek kelime ile kör olmaktır…“
Kimi de; „HDP’i Kürt partisi olarak görmek Sezai’ye, Sırrı’ya, Kürkçü’ye, çiçeği burnundaki yeni aday adayı olan Ahmet Şık ve benzerlerine hakerettir. Onların bugüne kadar verdikleri anlı şanlı mücadeleyi görmemezlikten gelmek ve yok saymaktır…“ diyor.
Buna benzer yüzlerce güzelleme yapılıyor…
Hakkını vermek gerekirse Karasu’nun yaptığı tanım bir yönüyle de doğrudur.
Salt Kürtlerden oluşuyor ya da sadece Kürtlerden oy alıyor diye bir parti Kürt partisi olarak değerlendirilemez.
Eğer öyle olmuş olsaydı AKP’de en az HDP kadar bir Kürt partisi olurdu.
Çünkü bugüne kadar yapılan seçimlerde her iki patinin Kürtlerden aldıkları oy neredeyse birbirne eşit…
Son olarak Diyarbakır merkezli RAWEST adlı araştırma şirketinin 15 Kürt ilinde yaptığı alan çalışmasına göre de, HDP’e oy vereceğini söyleyenlerin oranı % 47, AKP’ye oy vereceğini söyleyenlerin oranı ise % 39…
Kürtlerin HDP’te karar verici durmda olmasalar da, yönetici omuş olmaları da yine Karasu’nun deyimiyle onu Kürt partisi yapmaz.
Eğer kıstas yöneticinin aidiyeti olmuş olsaydı, Genel Başkanı Alevi Kürt olan CHP, hem Alevi hem de Kürt partisi olurdu…
Bir partinin kimliğini belirleyen şey, o partiyi oluşturanların kimliği kadar ne istediği, kim ve ya kimler için mücadele ettiğini belirleyen söylem ve talepleridir.
Varolma nedeni olan temel ilkeleridir.
Bu çerçeveden baktığımızda, aslında sorunlu olan Karasu’nun söylemlerinden çok, Kürt belleğinin sorunlu olduğu karşımıza çıkmaktadır.
Karasu, sağa sola sapmadan HDP’in Kürtleri Türkiye’ye entegre eden, onları Kürt olmaktan başka herşeye dönüştüren bir misyona sahip olduğunu Kürtlerin beynine işliyor…
Dumura uğratılmış belleğe sahip olan Kürtler ise, HDP’i hala kendilerini kurtaracak bir parti olarak görüyorlar.
Dolayısıyla Séguéla’in aksine Karasu, yaptığı işi itiraf etmesine rağmen, Kürt onu hala hayalinde kurguladığı işi yapıyormuş gibi görmeye devam ediyor…
19.05.2018
fırataras@navkurd.net