Denge ve denetleme mekanizmaları güçlü olan büyük devletler, akıllı olarak tanımlanan liderlere yaptıramadıklarını, bazen bir deliyi başa getirerek, ona yaptırırlar.
Çünkü büyük devletler kendi içinde kurallı, dışarıda ise daha çok kural dışı hareket ederler.
Bu nedenle dünyaya yön veren sistemlerini koruma adına, kimi zaman ihtiyaç duydukları kuraldışı hamlelerin olası günahlarını, fatura edebilecekleri kuraldışı birini başa getirmekle tedbirlerini almış oluyorlar.
Küçük devletlerden en belirgin farkları da budur.
Çünkü büyük devletlerin başına getirilen deliler genellikle o devleti zafere, küçük devletlerin başına gelen deliler de o devleti felakete götürürler…
Seçildiği günden beri hemen herkes, Amerikan Başkanı Donald Trump’ın ruh hali konusunda fikir ileri sürüyor.
Bu durum, son günlerde daha da artı.
Kimileri „deli“, kimileri „megaloman“, kimileri de „şımarık tüccar“ sıfatını Trump’a yapıştırıyor.
Trump’ın deli ya da şımarık tüccar olduğu tartışma konusu olsa da normal biri olmadığı kesin.
Ancak Amerika gibi bir ülkede onca akıllı ya da normal insan varken, açıklamalarıyla gün içerisinde bile kendi kendini tekzip eden, Trump gibi bir kişinin başkan yapılmasının da mutlaka bir nedeni vardır.
Kaldı ki bu Amerikan tarihinde anormal birinin başkan yapılmış olması da bir ilk değil.
Mesela Roosvelt’in ölümüyle koltuğa oturan yardımcısı Harry S. Truman.
Truman’ın nasıl bir deli olduğunu General Mac Arthur ve Eisenhower’in karşı çıkmalarına rağmen, Japonya’ya Atom bombası atılması emrini vermekle gösterdi. Ardından Sovyetler Birliğinin Mançurya ilerleyişini durdurarak Avrupa’dan çekilmeye zorladı.
İkinci bir örnek de Ronald Reagan.
Ronald Reagan için kimler ne demedi ki…
Muammer Kaddafi’nin, „fıstık tüccarı“ diye alaya aldığı, Amerikan halkının bile „üçüncü sınıf bir kovboy“ olarak adlandırdığı Reagan, üstelik Truman gibi iki dönem üst üste seçimi kazanarak 8 yıl Amerikan başkanlığını yaptı.
Başkanlığı sırasında ABD tarihinin savaş dönemleri dışındaki en büyük askeri girişimini başlattı. 1983’te ortaya attığı, pek çok kimse tarafından ütopya olarak nitelenen ve „Yıldız Savaşları“ olarak adlandırılan Stratejik Savunma Girişimi (SDI) adıyla bilinen tartışmalı program çerçevesinde, ABD’de stratejik bir savunma sisteminin kurulmasını önerdi.
Dış ilişkilerde komünizm karşıtı katı tutumuyla „Kötülükler İmparatorluğu“ adını taktığı Sovyetler Birliği’ni dağıtmak için çalıştı. Sürdürdüğü katı Soğuk Savaş‚ın Washington lehine sonuçlanmasıyla „Sovyetler Birliği’ni dağıtan lider“ unvanını kazandı.
Truman’dan 65, Reagan’dan da 25 yıl sonra Amerikan başkanı olan Trump için farklı sıfatlar kullanılsa da, onun da Truman ve Reagan gibi normal olmadığı konusunda hemen herkes hemfikir.
Dünya’da ilk atom bombası kullanma emrini veren Truman’dan ve Sovyetlerin yıkılmasını sağlamakla iki kutuplu dünyayı tek kutba dönüştüren Reagan dan farklı olarak Trump’ın neler yapacağını, yaptıklarıyla bugünkü dünya düzen(sizliğ)inin nereye ve nasıl evrileceğini, önümüzdeki süreçte hep birlikte göreceğiz.
Ancak bugünden görünen şu ki, üç-beş Twitt ile İngiltere ve Fransa’yı yanına alan Trump’ın startını vereceği değişimin Suriye’den başlayacağı ve bundan en fazla etkilenen ülkelerin ise, Irak, İran ve Türkiye olacağıdır…
İran ve Türkiye’nin Rusya ile verdikleri “Üçlü Çete” görüntüsü de, onları bekleyen tehlikelerden kurtaramayacaktır.
Çünkü “Üçlü Çete” görüntüsü, ortak bir ihtiyaçtan kaynaklanmıyor.
İran ve Türkiye açısından bir zorunluluğun sonucu.
Sovyetlerin dağılmasından sonra toparlanma sürecine girmekle beraber Rusya, ciddi ekonomik sorunlarla boğuşmakta. Dolayısıyla ne Amerika ile ne de Avrupa ile bir savaşa girmeyi göze almaz. İran ve Türkiye ile birlikte verdiği anti-Amerikancı görüntüyü ancak belli bir noktaya kadar sürdürür…
Rusya için de esas olan, Amerika ile savaşmadan son birkaç yılda Ortadoğu’da edindiği güç ve varlığını korumak.
İran ve Türkiye’nin dertleri ise farklı.
Her iki ezeli düşmanı aynı karede buluşturan ise Kürtler ve Kürt sorunu.
Her iki ülkenin, Putin’in kendilerine uzattığı cambaz ipine sarılmalarının nedeni, başlarına gelebilecek kötülükleri olabildiğince ertelemek…
Ancak bu, her iki ülke açısından da sürdürülebilir bir durum değil.
Özelikle de Türkiye açısından…
İran’ın belli bir kıblesi var ki, bu da anti-Amerikancılık.
Peki Türkiye öyle mi?
Erdoğan’ın kıblesi ile Türkiye’nin ekseni de günübirlik yön değiştiriyor.
Putin, Efrin’i hatırlatınca Rusya’ya, Trump Twitt atınca Amerika’ya doğru secde ediyor.
Hatırlanacağı gibi Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte, Esad darbe üstüne darbe alınca Erdoğan’ın iştahı kabarmıştı. Davutoğlu’nun Stratejik Derinliğine kendini kaptırarak, Şam’daki Emevi Camisi’nde Cuma namazını kılmak için niyetlenmişti. Bu niyetini bir Rus uçağını düşürerek ilan etti.
Ancak işler umduğu gibi gitmedi.
Putin, birkaç manevrayla Erdoğan’ın abdestini bozarak, niyetini boşa çıkardı.
Ardından, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla abdestini tazeleme fırsatını verdiyse de, farklı bir kıbleye doğru niyetlenmesini dayattı.
Böylelikle on yıl öncesine kadar BOP Eş Başkanlığı hikayesine kendisini kaptıran Erdoğan bu kez Avrasya Eş Başkanlığı hayallerini kurmaya başladı…
Şimdi bir tarafta ABD ve AB NATO ortak üyeliği…
Diğer tarafta Rusya ve İran ortaklığı…
İki kıble arasında gelgitler Erdoğan’ı Deli Dumrul’e dönüştürmüş.
Putin abdestini bozduğu Erdoğan’ın kıblesini Trump nasıl değiştireceğini ise pek yakında göreceğiz…
13.04.2018
firataras@navkurd.net