Erdoğan’ın „Dostum Donald“ dediği günün üzerinden henüz bir ay bile geçmedi.
Daha Türkiye’ye dönmeden aralarındaki dostluk sarpa sardı…
Gerçi „dostum“ dediği anda da aslında Trump’ın kendisini hiç te dost görmediğini biliyordu.
Ancak tek taraflı da olsa, yine de dost demeyi ve en azından bir süreliğine de olsa dost kalmayı tercih ediyordu.
Tıpkı hala „Ortak Vatan“, „Ortak Din“, „Halk“ ya da „Ümmet“ kardeşliği üzerinden tek taraflı olarak, Türklerle „Üvey Kardeş“ olmaya razı olan kimi Kürtler gibi…
Trump’ın huzurunda adeta bir tüccar edasıyla, „Dostum Donald“ dediği günde, her ne kadar Türkiye’nin ABD ile gece ve gündüzü birbirine uymasa da, sıkışıp kaldığı elçilik binasında gazeteci kimliği altında hareket eden silahşörlerine bir açıklama yaptı…
Daha birkaç saat önce „Dostum Donald“ diye hitap ettiği Trump’tan, yana yana yakınıyor ve şöyle diyordu…
„Olur mu..?“
„Ortaklığa sığar mı..?“
„Ben paramı peşin olarak ödemek istiyorum, bana paramla ihtiyacım olan tabancayı vermiyor. Kürtlere parasız tank, top, hatta güdümlü füze bile veriyor…“
Amerika’dan eli boş dönmesine rağmen, salt Trump’ın kendisine jest olsun diye söylediği bir sözden hareketle, düne kadar „terör“ söylemi arkasına sığınarak gizlediği Kürt düşmanlığını, aleni bir şekilde ortaya koydu.
Kürdistan Başkanı Barzani’ye savaş ilan etmek için çırpınıp durdu.
İran’a Turan’a seferler düzenleyerek, Kürt karşıtı bir cephe oluşturmak için, mollaların eteğine sarıldı.
Düne kadar pantolonunun ön düğmeleriyle dalga geçtiği İbadi’ye methiyeler dizdi…
Kürt karşıtı cepheye, Esed’den Esad’a dönüştürdüğü kardeşini de katmak için Putin’in ayaklarına kapandı…
Bu çabalarına karşılık, „Emevi camisinde cuma namazını kılma“ niyetinin bedeli olarak, masraflarını da kendisi karşılamak şartıyla, İdlib de yapılması gereken mıntıka temizliği kendisine teklif edildi.
Tereddüt etmeden önerinin üzerine atladı…
Yeter ki Kürtler Hewlêr merkezli devlet, Rojava’da da herhangi bir şekilde statü sahibi olmasınlar…
Tabi gözler kör olunca, duygular düşmanlıkla beslenince, atılacak adım da her zaman şans eseri olmayabilir.
Tıpkı, daha işin başındayken küçük bir uyarı olarak karşısına çıkarılan „Vize Olayı“ gibi…
Hala „Dostum Donald“ sözünün etkisinde kalmış olmalı ki, „Benim Büyükelçim böyle bir kararı almış olsa, bir gün orada bırakmam“ diyor.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert ise, anında cevap vererek, „alınan karar, Beyaz Saray, Dışişleri ve Ulusal Güvenlik Ajansı’nın ortak kararıdır“ dedi.
Ona rağmen Bahçeliye kaptırdığı kuyruğundan kalma çıkıntıyı hala dik tutarak, Büyükelçi Bass’ın veda görüşmesi için randevu vermediğini „BASS, BASS“ diye bağırıyor.
Çünkü korkusu çok…
Peşine takılan Türkler, hatta bir kısım Kürtler bile reislerinin yaşadığı korkunun farkında değiller…
Ancak reisin kendisi korkularının farkında…
„Bir gece ansızın gitme…“ korkusu belki de en hafif olanı…
El-Beşir ile ortak kaderi paylaşma kabusu…
„Herşeyin başı“ olmuşken 2019’u görememe ihtimali gibi…
Derler ya, „alma mazlumun ahını çıkar aheste, aheste…“
Bekleyeceğiz ve günü geldiğinde gür bir sesle hep birlikte bağıracağız:
„Herşeyin başı olmuştun, Kürtten aldığını Bilal’a, Türkten aldığını da Sümmeye’ye veriyordun.
Ne karışanın ne de hesap soranın vardı…
Neyine yetmedi…
Sana mı kalmıştı „Dostum Donald“ deyip, istemeyerek de olsa nasırına basmak…“
11.10.2017