Mesûd Barzani dünyaya gözlerini açtığında Kürdistan’ın doğu parçasında Kürtler, dönemin özgün koşullarından hareketle Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ni ilan etmiş, baba Mele Mistefa Barzani de o devletin genelkurmay başkanlığını üstlenmişti.
Onbeş aylık ömrü olan cumhuriyetin yıkılışıyla, baba Barzani bir grup peşmergesiyle birlikte, dünyanın en büyük uzun yürüyüşünün ardından dönemin Sovyetler Birliği’ne geçer. Oğul Barzani de, annesinin kucağında Güney Kürdistan’a, geçmek zorunda kalır.
Burada da ailece Irak devletinin zulmü ile karşılaşır ve Kürdistan topraklarından uzaklaştırılırlar. Basra ve Bağdat’da zorunlu göçe tabi tutulurlar.
Mesûd Barzani yüzünü bile göremediği babasından uzak bir şekilde büyür. Ancak ilk kez 12 yaşındayken babasıyla karşılaşır.
Daha 16’sındayken genç bir peşmerge olarak, tarihin hiç bir aşamasında Kürtlere ihanet etmeyen, onlara hep kucak açan, doğal özellikleriyle onun gibilere hep cömert davranan Kürdistan dağlarına sırtını dayar. Halkının özgürlüğü için dört koldan kendilerini sarmalayan düşmanlarına karşı, hep aynı kararlılıkla süren mücadelesine başlar
1970 yılında 24 yaşındayken Irak ile başlayan otonomi görüşmelerini sürdüren heyetin içinde yer alır.
Bir yıl sonra, PDK’nin 8. Kongresinde merkez komite üyeliğine seçilir.
1976 yılına kadar genç bir peşmerge olarak 14 yıl boyunca aralıksız bir şekilde dağda yaşar.
1975 yenilgisinden sonra, 1976- 79 yılları arasında baba Barzani ile birlikte Amerika’da yaşar. İran devriminden hemen sonra baba Barzani’nin ülkeye dönmesini sağlamak için İran’a döner. Ancak İran’a geçtiği gün olan 1 Nisan 1979 tarihinde babasının ölüm haberini alır.
Mele Mistefa Barzani’nin ölümünden sonra, Mesûd Barzani yapılan 9. Kongre’de PDK’nin başkanlığına seçilir.
1979-91 döneminde de bir peşmerge lideri olarak yaşamı, yine sırtını dayadığı dağlarda geçer.
Bu süreçte özellikle 1983’de yaşanan Enfal ile sadece aile bireylerinden 32, Barzan aşiretine mensup ise 8000 kişi Saddam tarafından katledilir. Kimileri diri diri gömülerek, kimileri toplu bir şekilde yakılarak…
Yine 1989 yılında Halepçe katliamı, ardından 91’de yaşanan toplu göç yaşanır.
Ancak Nisan 1991 yılında, „ölüm-kalım“ adını verdikleri direnişle Kürdistan topraklarının önemli bir kısmınında Saddam güçleri yenilgiye uğrar. Hewler, Duhok ve Süleymaniye Kürtlerin eline geçer.
Önce PDK ve YNK’nin ortak kararıyla üç vilayeti kapsayan bir federal bölge, ardından da federal bir parlamento oluşturularak ortak bir hükümet kurulur.
Ne yazık kı, her iki parti arasında kurulan ortaklık çok uzun sürmedi.
Kurulan federal bölge fiili olarak ikiye bölündü.
Her iki bölgede de farklı ayrı hükümet ve peşmerge gücü oluşturuldu.
Her iki partinin güçleri arasında kanlı bir savaş yaşandı.
Kan ve gözyaşı döküldü…
„Kardeş kavgası“ denilen savaş yıllarca sürdü.
1998’de her ne kadar yeniden barış yapılıp, ortak bir hükümet oluşturulduysa da, peşmerge güçlerinin birliği ve maliye de ortak bir kurumlaşma sağlanamadı.
2003 yılındaki ABD-Irak savaşı sonrasında, PDK ile YNK ciddi bir güç devşirmelerine, Kürdistan’nın yanı sıra Irak genelinde de söz sahibi olmalarına rağmen, her iki alandaki kazanımlarını özel paylaşım mantığıyla devam ettirdiler.
Bunun bir uzantısı olarak 2005 yılında Celal Talabani, Saddam’ın ardından Irak Cumhurbaşkanı, Mesûd Barzani ise Kürt Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı oldu.
Barzani Başkan olduktan sonra icraatıyla ilgili ilk söylemi, „Benim başkanlığım süresince hiç bir şart altında kardeş kanı akmayacak…“ oldu.
O günden, başkanlık görevinin son bulduğu bugüne kadar da, dünyadaki tüm Kürtler tarafından kabul gören bu kutsal yeminine sadık kaldı.
Sekiz yıllık doğal ve dört yıllık ta uzatılan Başkanlık görevi süresince her Kürdün hayali olan bağımsız bir Kürdistan’ın kuruluşu için çalıştı.
Bu hedefini gerçekleştirmek için dönem dönem aldığı kararlarını ertelemek zorunda kaldı.
Salt bu nedenle, kendisine en yakın olan Kürtler tarafından bile eleştirildi.
Hatta yer yer bağımsız bir Kürdistan’ın önündeki engellerden biri olarak görüldü.
Belki de, bu yönde oluşan algının da yarattığı bir etki sonucu, 7 Haziran’da alınan Bağımsızlık Referandum ile ilgili kararından hiç bir taviz vermedi.
ABD başta olmak üzere, uluslararası tüm güçlerin görüş ve önerilerine kapılarını kapadı, hiç birine kulak vermedi.
Halktan aldığı güçle; „Bu referandumu bu zamana kadar ertelememiz bile bir hataydı“ diyerek, kararlılığını sürüdürdü.
Kürdistan Başkanı olarak izlediği milli bir siyasetle referandum öncesi tezgahlanan tüm oyunları boşa çıkardı.
Ancak referandum sonrası, hiç ummadığı bir anda bir iç ihanetle yüzleşmek zorunda kaldı.
Ya yeminini bozup, etkisi belki de sonsuza dek sürecek bir iç çatışmanın başlangıcıyla, kardeş kanını akıtacaktı…
Ya da yeminine sadık kalarak, kimi mevzilerin kaybedilmesiyle de sonuçlanacak bir karar alacaktı…
Taşıdığı sıfata uygun olarak Barzani, ikincisini seçti.
Kaybetmenin, yenilginin, kardeş kavgasının, bölünüp parçalanmanın, en küçük kazanımların bile ancak birlikte hareket etmekten geçtiğinin ancak mümkün olabileceğini, tüm hayatı boyunca tecrübe edinen birinden başka yönde bir karar vermesi de zaten beklenemezdi.
Kendisiyle adeta özdeşleşen peşmergeliği başkanlığa tercih etmesini, son yaşanan ihanete bağlayanalar, ne onun hayatından ne de daha referandum yapılmamışken aldığı kararın farkındadırlar.
Aylar öncesinden kararını vermiş, hata hayatında yaptığı hatalardan biri olarak yıllar önce üstlendiği başkanlık görevini kabul etmek olduğunu belirttmişti.
Bugün aldığı kararın aylar öncesinden aldığı karardan tek farkı, yaşanan iç ihanet nedeniyle buruk bir havada uygulanıyor olması…
Barzani’ye, Kürtlerin yüzleştiği geçici sonuç üzerinden bakıp değerlendirenler, hiç kuşkusuz sağlıklı bir sonuca varamazlar.
Barzani’nin bugün ile ilgili aylar öncesinden almış olduğu kararı ve o kararın nedenini anlayabilmek için, Barzani’yi hem iyi tanımak hem de onun kadar Kürt ve Kürdistani olmak gerekiyor…
Kürt ve Kürdistani olmayanlar, ne Barzani’nin almış olduğu kararı ne de onun gelecekle ilgili hedef ve hayallerini kavrayabilirler.
Sadece gürültü kirliliğine yol açarlar ki, o gürültü ile ancak bir süreliğine havan da su döverek boşuna zaman kaybederler…
31.10.2017