Hakkını teslim etmek gerekir. Kılıçdaroğlu yetmişlik yaşına rağmen 450 kilometrelik yürüyüşte fiziki olarak iyi bir performans gösterdi. Ne var ki iş, 80 milyonun hak ve hukukunu aramaya gelince ibre aynı seyri izlemedi. Elde fiziki performanstan öte fazlaca birşey kalmadı.
İsterseniz işe sembollerden, selamlardan başlayalım. Kılıçdaroğlu bozkurt işareti yapmakta, faşist kesime selam vermekte epeyi bir mesafe aldı. MHP’li birinin koltuğuna girerek başkente belediye başkanı adayı yaptı. Benzer bir yaklaşımı islami kesimler için de özenle gösterdi. 2005 ile 2013 yılları arasında Erdoğan’ın adayı olarak İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Genel Sekterlik koltuğunda oturan Ekmeleddin Ihsanoğlu’nu devletin başına aday gösterdi.
Belki ben kaçırmışımdır. İlerici hareketin dünyanın dört bir yanında başarı ve zafere olan inancını belirtmek için kullandığı zafer işaretine rastlamadım.
Yine de haksızlık yapmış olmayalım. Gençlik döneminde belki de sıkça zafer işareti yapmış, sıkılı yumruğunu havaya kaldırarak mavi fular da bağlamıştır. Yine CHP’nin başına gelmezden önce Alevi ve Kürt kimliğine bir ölçüde sahip de çıkmıştır. Ancak bir kaset operasyonu ile CHP’nin başına geçtikten sonra değerlerinden, Kürt ve Alevi kimliğinden eser kalmamıştır. Bunun ezilmişlik, ötekileştirilmişlik, dışlanmışlık psikolojisi ile bir ilişkisinin olduğu inancındayım.
Konunun uzmanı değilim. Kılıçdaroğlu ile oturup kalkmışlığım da yok. Ama hep hakim olana, başat olana yaranma halinin olduğu da yabana atılmamalı.
Kürt ve Alevi biri, kendisini eşit seviyede bir insan olarak dahi görmeyen birini neden devletin tepesine aday göstersin? Neden kendisi gibilerinin kanına girmiş, onlarca, yüzlerce, binlerce ilerici ve solcunun katledilmesine yol açmış ırkçı ve faşist bir ideolojinin önünde, arkasında yürümüş birini başkentin belediye başkanlığına önersin? PKK’li saydığı ınsanları, kesimleri biryana bırakalım, neden sıradan bir Kürd’e karşı bu kadar mesafeli dursun?
Bunun Stokholm Sendromu’yla, Yeniçeriliği özümsemekle bir ilişkisi yok mu?
Buradan Kılıçdaroğlu’nun “Adalet” arayışına gelmek ve bir soruyla başlamak istiyorum. Adalete, hak ve hukuka en fazla ihtiyaç duyan kesimler hangileri?
Kürtler, Aleviler, diğer dini ve etnik azınlıklarla sol ve sosyalist, demokratik kesimler değilse ve bunların hak ve hukukunu arama konusunda bu kadar ketum davranıyorsa, geriye kimler ve hangi kesimler kalıyor?
“Allahın lütfu”nun ince ayrıntıları dahi ortaya çıktı. Kurgulanmış, önceden planlamış ve devreye konmuş 15 Temmuz operasyonunda Erdoğan’la Yenikapı ruhunda yeniden yeniden buluşan Kılıçdaroğlu hangi “Adalet”in peşinde?
Bunca yanlışa ortak olmuş, savaş tezkerelerine evet demiş, Erdoğan’ın 15 Temmuz operasyonunda yanlış konumlanmış, parlamentonun üçüncü partisinin yöneticilerinin içeri alınması için anayasaya aykırı olduğunu söylediği halde dokunulmazlıkların kaldırılması için Erdoğan ve Bahçeli ile ortak hareket etmiş Kılıçdaroğlu’nun Adalet arayışında Kürtlere, Alevilere, sol ve demokratik kesimlere birşey çıkar mı? Yarın Anayasa Mahkemesi Erdoğan’ın emriyle Enis Berberoğlu’nu salıverse, Kılıçdaroğlu aradığı adalete kavuşmuş olmaz mı?
Kılıçdaroğlu “Enis Berberoğlu’nun tutuklanması bardağı taşıran son damla oldu” diyor. Kılıçdaroğlu’nun bardaktan kastı, çay bardağı veya su bardağı değil. Bu bardaklar taşalı çok oldu. Onun kastı ya sürahi ya da kovadır, hemde altında delik bulunan!
Maltepe’de açıkladığı “Manifesto” ise değil manifesto, bir acil demokratik talepler kataloğundan da geridir. OHAL’ın yolaçtığı sonuçlar filtreden geçirilerek devletin, TC’nin bekaasına odaklı bir liste manifesto diye yutturulmaya çalışılıyor. Böyle değilse neden el konulan belediyelerden, kodese tıkılan belediye başkanlarından tek kelime ile söz edilmiyor? Neden Erdoğan’ın emriyle yerlebir edilen Sur, Cizre ve Nusaybin’in de aralarında yer aldığı onu aşkın kentten, oralarda yaşayan yüzbinlerce insanın mağduriyetinden bahsedilmiyor? Neden Alevilerle diğer dini ve etnik grupların haklarına tek kelime ile değinilmiyor? İşgalci Türk birliklerinin Suriye ve Irak’ta ne işi var diye neden sorma gereği duymuyor?
Bunlar netameli konular olduğu için Kılıçdaroğlu’nun ilgisini çekmiyor. “Bu çağrıdaki tüm taleplerimiz karşılanıncaya kadar durmayacağız” diyerek topu adaletin ırzına geçen, hak ve hukuk takmayan Erdoğan’ın ayağına uzatarak taraftarlarını, adalet arayışçılarını AKP’nin düzenlediği 15 Temmuz etkinliklerine katılmaya çağırıyor; Erdoğan’la “Yenikapı ruhu”nda yeniden buluşmakta bir beis, bir sakınca görmüyor. Çağrıdaki talepler karşılanmazsa ne yapmak gerekir sorusuna ise yanıt vermekten kaçınıyor.
Kılıçdaroğlu, Adalet yürüşü ile toplumun yüzde altmışlara varan Erdoğan’a da, rejimine de hayır kampanyasının yaratmış olduğu rüzgarı arkasına alma, böylelikle de CHP içinde ve çevresinde yaşanan rahatsızlıkların üstünden bir silindir gibi geçme fırsatçılığı yaptı. Böyle olmasaydı, referandumdaki hayır cephesinin bileşimleriyle ortak hareket etmekten kaçınmazdı.
“Anayasa değişikliği gayri meşrudur” diyen Kılıçdaroğlu, bunun önüne geçmek için bir eylem planı sunmuyor. O da biliyor ki, bunun yolu fiili olarak kapısına kilit vurulmuş, Kanun Hükmünde Kararnamelerle yasama yetkisi elinden alınmış parlamentodan çekilmekten, Erdoğan ve şürekasının altındaki kürsüyü çekmekten geçiyor. Bu yapıldığında, sokaklar hareketlendirildiğinde, Hayır Cephesi bileşenleri ortak noktalarda biraraya geldiğinde Erdoğan 2019’a varamaz.
Konjönktür içerde de, dışarda da buna müsait.