Son üç beş gündür, Ortak Vatancı kimi Kürtlerle, solcu Türklerin gündemini Kırmızı Fularlı Kız oluşturuyor.
Ortak Vatancı Kürtler, Rakka’da İŞID’e karşı savaşta yaşamını feda ettiği için ağıt yakıp, gözyaşı döküyorlar…
Solcu Türkler ise, „anti-emperyalist bir saikle yola çıkıp emperyalizmin bir askeri olarak öldüğü“ değerlendirmesinden hareketle üzülüyorlar…
Hangi değerlendirme ya da hangi bakış açısının doğru olduğuna karar verebilmek için, her iki kesimin de düşünce dünyasına dalmak, onları yakinen tanımak lazım…
Kendisine gülücük atan, göz kırpan, dayanışan, destek olmaya çalışan yabancı birini baştacı eden, methiyeler dizen, ağıt yakan Kürtleri kısmen anlamak mümkün…
Sömürgecilerin kendisine dayattığı anlayışın bir sonucu, yeri geldiğinde hiçliğiyle adeta övünüp, kendisini değersiz gören birinin, kendisinden olmayan birine methiyeler dizmesi, tanrılaştırması, yokluğu karşısında gözyaşı dökmesi de anlaşılır bir durum…
Çünkü, „Ortak Vatan“ hikayesiyle avutulduğu için, başkasının efendisi olduğu vatan için ölmeyi bir gereklilik, zorunlu bir görev olarak telaki eder…
Uğruna ölüme gittiği „Ortak Vatan“ sahiplerinin bir gülücüğünü ise, karşılıksız bir dayanışma ve yardım eli olarak değerlendirir…
Hele söz konusu olan kişi yazı adamı da olunca, degerlendirmelerine biraz da kendisinden bir şeyler katar, kismen de olsa biraz kendisini anlatır…
Gençlik döneminden kalma, 5 kuruşluk sermayesinden başka bir sermayesi olmayan bir Kürt de öyle yapmış…
Kırmızı Fularlı Kız ile Peşmergeyi kıyaslamış…
Onun 5000 Peşmerge’den daha değerli olduğunu belirtmiş…
Kırmızı Fularlı Kız’ın kıyası yapan kişiden kat be kat değerli olduğu konusunda herhangi bir kuşku yok.
Söz konusu zat da aslında onu belirttmek istemiş, ancak özneyi yanlış kullanmış…
Kendisine benzer 500 kişi yerine, yanlışlıkla 5000 Peşmerge kelimesini kullanmış…
Kendilerine „Ortak Vatan“ın efendileri olarak gören Türk solcuları ise, daha çok „Halkın Zerzevatları“ olarak bilinmelerine rağmen, özünde ulusal kimliklerinden şu ve ya bu şekilde uzaklaş(tırıl)an Kürtleri, yeri geldiğinde kendi adlarına birer enternasyonalist olarak Kürtlere pazarlamaya çalışıyor, böylelikle devletsizliği, köle kalmayı Kürtlere bir de „dost kazığı“ şekilinde dayatmış oluyorlar.
Aynı baylar, 1970’li yıllarda yine, ulusal değerlerinden uzaklaştırdıkları enternasyonalist(!) Kürt gençlerini Filistin’e gönderirlerken, George Habash, Nayif Hawatme ya da Yaser Arafat ayırımını yapmıyor, onları Filistin halkıyla dayanışmaya gönderiyorlardı…
Oysa Suriye’ye yaptıkları çıkarma farklı…
Kobanêye ya da Rakka ya, hatta Şengal’e giderlerken, bir halktan çok kendilerine yakın buldukları, Kürtlerin kaderleri konusunda kendileriyle benzeşen bir örgütle dayanışıyorlar.
Eğer buralarda amaç Filistinlerle dayanışma gibi, Kürt halkıyla dayanışma olmuş olsaydı, bu bayları Pîran’da, Gelîyê Zîlan’da, Dersim’de, Mahabad’da, Halepçe ve hatta ilk adım olarak Rojava’nın Kuzeyi olan Kurdistan’da, kendi devletlerine karşı bir cephede de görebilirdik…
İşte o zaman biz de onları gerçek anlamda kardeş, birlikte yaşadığımız toprakları da ortak vatan olarak görür, ortak kaderimiz ile ilgili birlikte adım atardık…
Bu yazıya otururken, amacım, gerçekten bir melek gibi saf ve temiz olan‚ Kırmızı Fularlı Kız’ın ruhunu incitmek değil. Onu saygıyla yad ediyor ve hangi saikle olursa olsun, hayatına mal olan kararlı tutumuna paha biçilmez bir değer veriyorum.
Sözüm, o melek yüzlü kızın kanı üzerinden siyaset yapmaktan başka yapacağı bir şeyi olmayan solcu Türklerle, „aslan gibi çıkıp kedi gibi indikleri“ dağ ile ilgili birkaç resim ve anıdan başka, bir şeyleri olmayan ve kendilerini hala „Ortak Vatan“ın bekçileri olarak gören kimi zavallı Kürtlere…
04.05.2017