Dün birileri çıkıp kapı komşu olan ve benzer rejimlerle idare edilip aynı düşler için dünyanın birçok limanına yelken açan Suudi Arabistan’la Katar’ın günün birinde karşı karşıya gelebileceklerini söyleseydi, birçok insan gülüp geçerdi.
Dün gülünüp geçilen, ciddiye alınmayan kimi ilişki ve stratejik ortaklıklar, gün geliyor, bir anda tam tersi yönde seyir izleyebiliyor ve kardeşler farklı cephelerde konumlanarak düşman kesilebiliyorlar.
Suudi Arabistan ve onun yörüngesinde yer alan kimi Körfez ülkeleriyle Mısır, IŞİD, El Nusra ve Müslüman Kardeşlere destek ve himayeliğin faturasını Katar şeyhlerine kesti. Katar karantiya alınıp izole edilerek terbiye edilmeye çalışılıyor.
Bunun ilk işaretleri 2012 yılının sonbaharında El Nusra terör örgütleri listesine alınarak verildi. Verilen bu işarete Katar şeyhi ve Erdoğan gülüp geçtiler ve islami teröristlerle kol-kola olmakta, onları himaye etmek ve donatmakta bir beis görmediler. Ardından 2013 yılının Mayıs ayında Erdoğan Washington’a çağrılarak sorgu odasına alındı ve masaya kirli çamaşırlar bir bir serilerek MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın kulağı bükülüp çekildi.
Anlama yetisi kıt ve klavuzlar karga olunca, bu mesaj da anlaşılmadı. Mısır’da iktidarda olan Müslüman Kardeşler Örgütü’nden Mursi iktidardan al aşağı edilerek bir uyarı daha yapıldı. Ancak bunu da ne anlayan, ne de “bana mısın” diyen oldu.
Verilen bunca ciddi mesajlar da anlaşılmayınca 2014 yılının Mart ayında Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile MİT Müsteşarı’nın katıldığı, Suriye’ye yönelik savaş senaryoların konuşulduğu toplantıda Hakan Fidan’ın kendi sesinden Suriye’deki islamcı cellatlara gönderilen ikibin TIR’lık silah ve cephaneye ilişkin teyitler düştü medyaya. Bunu MİT sponsorluğunda Suriye’de cihad için savaşan islamcı çetelere gönderilen silahların belge ve kayıtları izledi.
Gün oldu, devran döndü ve günün birinde İran’a yönelik uluslararası amborgoyu delen, bu amaçla AKP’li yetkililerle kabine üyelerine rüşvet veren, yaptığı bu büyük hizmetlerden dolayı Erdoğan tarafından ödül ve nişanlarla donatılan Reza yakayı kaptırıverdi Amerikalılara. Ardından finans işlerinin kitabına uydurulduğu Halk Bankası’nın iki numaralısı aynı kaderi paylaşarak cezaevini boyladı.
Avrupa yakasındaysa durum farklı değil. Avrupa Konseyi Türkiye’yi izlemeye almış, AB ise ilişkileri, müzakereleri fiili olarak rafa kaldırmış durumda. İstihbarat örgütleri ise peş peşe “darbenın” nasıl “Allahın lütfü” bir fırsata dönüştürüldüğüne ilişkin raporlar yayınlamaya başladı. Bakanların kapıdışarı edilmesi, Erdoğan’a siyasi toplantılar için yasak getirilmesi bu gelişmeleri izledi.
Müslüman Kerdeşler Örgütü’nün kara listeye alındığı, “Müslüman Kardeşler Türkiye’de hükümetin parçasıdır” dendiği, Erdoğan’ın korumalarının “Wanted”, aranıyor ilanlarıyla takibe alındığı bir dünyadan bahsediyoruz.
Teğet olarak geçtiğimiz, kıyısından köşesinden değindiğimiz tüm bu gelişmeler toplandığında, irili ufaklı parçalar yan yana getirildiğinde Puzzle’deki resim berraklaşmaya başlıyor.
Erdoğan da Puzzel’deki resmi görüyor artık. Ancak inanmak da istemiyor. Yanına topladığı dalkavuklar ordusu ise “bu sen değilsin Reis” demeye devam ediyor.
Dışardaki tablo bu. İçerdeki de fazlaca farklı değil. En son referandumda yaşanan gasp, komedi ve kepazelikse ortada.
Tabii içerde bugün yaşananların bir de evvaliyatı var. Erdoğan 2014’te Cumhurbaşkanı seçildiyse, bunun CHP ile de ilişkisi var. Kılıçdaroğlu, sol kesim ve Kürtlerle arasına mesafe koymak, böylelikle de devletin gözde unsurlarına şirin gözükmek için Ekmeleddin İhsanoğlu diye sağcı ve islamcı birini aday göstererek Erdoğan’ın o makama geçmesi için altın değerinde hizmette bulundu. 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablodan, HDP’nin 6 milyon oy ve yüzde 13’lük bir seçmen kitlesiyle parlamentoya girmesinden Erdoğan kadar ürktü. Sonra devlete hizmet amacıyla milletvekilerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için seferber oldu, farklı görüşte olan, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkan CHP milletvekillerini tehditle sindirdi. Yenikapı ruhunun cazibesine kapılmakta gecikmedi.
Kürtler ve kazanımları sözkonusu olduğunda hiç çekinmeden islami teröre destek verdiğini dile getirdiği Erdoğan’la birlikte Suriye ve Irak’a yönelik savaş tezkerelerine ortak olması ise cabası.
Basiretsizliği birçok kez kanıtlanmış, medeni cesaret yoksunu ve taşıdığı Kürtlük ve Alevilik kimliğini aşağılık kompleksi olarak benliğine sindirmiş, tam bir Yeniçeri psikolojisiyle hareket eden, parlamentonun kapısına kilit vurulduğunda, Genel Başkanlar dahil onun üzerinde HDP’li vekil tutuklandığında, yüze yakın Kürt Belediye Başkanı ümükleri sıkılarak kodese tıkıldığında, Türkiye Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yöneltildiğinde ses ve soluğu çıkmayan Kılıçdaroğlu’nun başına Enis Berberoğlu tuğlası düştüğünde derin uykudan uyanarak adalet arayışına başlamak zorunda kaldı.
Adaletin “A”sının kalmadığı, adaletin kuyusu kazınırken bütün gücüyle kazma sallayan Kılıçdaroğlu adalet arayışında! Başına düşen Berberoğlu kiremiti alınıp yerine konsa, herşey güllük gülistanlık. Daha işin ciddiyetinden, iç ve dış koşulların, konjönktürün dayattığı gündemden bihaber.
Böyle olsa da Kılıçdaroğlu yürüsün. Onun yürümesi Erdoğan’ın başka hatalar yapmasına, CHP etrafında kümelenmiş farklı grupların demokrasi ve özgürlük cephesine taşınmasına yol açacak, Rabialı Erdoğan Türkiyesi’nin daha geniş kesimlerce anlaşılmasına hizmet edecek, katkı sunacaktır.
Katar şeyhine bir yer bulunur belki. Suud şeyhi istese bile Erdoğan’a kaçacak bir delik, sığınacak bir kovuk bulamaz. İş, bu denli ciddi.
Yeter ki CHP etrafında kümelenmiş gruplarla Erdoğan’a her sıkıştığında koltuk değneği olanlar ders çıkarmış olsunlar. Bir de tabii sine-i millete dönerek, Erdoğan’ı KHK yönettiği, fiili olarak kapısına kilit vurduğu parlamentosu ile başbaşa bırakmakla..
Bunlar yapıldığında Erdoğan belki bir müddet daha ayakta kalabilir, ama asla ve asla 2019’u göremez, 2023 düşü ise kursağında kalır!