Son zamanlarda Erdoğan, AKP, DİTİB ve MİT Almanya’nın sıkça gündeminde. Hele de Erdoğan. Erdoğan sayesinde televizyonların en çok izlenen programları mizah ve güldürü programları oldu. Televizyon bol olduğu için hergün geç saatlerde Erdoğan’ı konu alan bir komedi ve mizah programına rastlamak mümkün.
Erdoğan sadece komedi, kabere ve mizah programlarının değil, en az o kadar siyasi içerikli tartışma programlarının da ana teması. Gazetelerde ise haber, yorum ve karikatür malzemesi. Son bir yıl içinde Almanya’nın saygın dergilerinden Der Spiegel Erdoğan’dan dolayı üç kez Türkiye kapağı ve dosyası ile çıkıyorsa, gerisini izah etmek gerekmiyor.
Eskiden Almanya’da yaşayan Türklerle Türkiye’nin sahil şeridini tanıyan, Türklere olan özel ilgiyi vurgulamak için “mereba, nasilsin” diyen Almanlar, şimdi Erdoğan sayesinde Alman alfabesinde olmayan yumuşak “g” ile, yani “ğ” ile de tanıştılar. Gerçi bazıları “ğ”yi tam teleffuz edemiyor, bu nedenle de üstüne basa basa Erdowahn (cinnet geçiren) diyorlar. Ama olsun.
Erdoğan’ın keçilere özel ilgisini, sizi bilmem ama ben şahsen, bu yayınlar sayesinde öğrendim. Erdoğan hem sanatı, mizahı, komediyi zenginleştirdi, hem de Alman alfabesine yeni bir harf kazandırdı.
Kazandırdıkları sadece bunlar olmadı Erdoğan’ın Almanya’ya. Bir de onun sayesinde Gülen sevdası peydahlandı son dönemlerde. Gülencilerin ne kadar masum, ne kadar dürüst ve temiz, ne kadar seküler ve entegrasyona yatkın oldukları üstüne basa basa vurgulanan konular arasında. Aynen bir müddet öncesine kadar Erdoğan’ın Güleni savunduğu, ona kefil olduğu gibi.
Şu ünlü 15 Temmuz “darbesinin” hemen ardından Alman İstihbarat Teşkilatı harekete geçti. Kendilerinin açıklaması şık kaçmaz diye İçişleri Bakanlığı aracılığıyla Türkiye’nin cihadçı kesimlerin Eylem Odası’na, Platformu’na dönüştüğünü düştü basına.
Geride bıraktığımız 18 Mart günü ise Alman Haberalma Örgütü BND Müsteşarı Bruno Kahl çıktı ortaya ve 15 Temmuz ‘darbesi’ Gülencilere yıkıldığı halde sekiz aydır Türkiye tarafından elle tutulur kanıt sunulmadı deyiverdi. Bununla da yetinmeyip “darbenin sonuçları olarak gördüklerimiz aynı derinlikte ve radikallikte olmasa da, zaten gerçekleşecekti. Darbe sadece işe yarayan bir bahane oldu” diyerek bir de sos ekledi. (Der Spiegel, 18.3.17)
Daha bu tartışılır ve Der Spiegel dergisi rafa kaldırılmamışken bu defa da Türk Milli İstihbarat Teşkilatı MİT’in Almanya’da işlediği haltlar geldi gündeme. Halt deyince Kürtlere ve Türk sol kesimine yönelik olanlar anlaşılmasın hemen. TC ve MİT’in Kürtlere ve solculara ilişkin onlarca yıldır verdiği listelerin hiçbiri kamuoyuna yansımadı. Daha dün Paris’in göbeğinde işlenen, Hamburg ve Almanya’da bu iş için örülen örümcek ağı konusunda elinde bir araba dolusu bilgi ve belge olmasına rağmen kılını kıpırdatmayan, Ömer Güney alçağının hemşerisi emniyetçi “diplomatın” Kopenhag ile Hamburg arasını su yoluna çevirmesine göz yuman Almanya, ne dürüst ne de temiz.
Almanya’nın temiz, samimi ve dürüst olmadığı “darbe mağduru” Erdoğan ve hükümetinin talebi doğrultusunda PYD ve YPG arma, flama ve sembollerini Mart ayı başında bir genelgeyle apar topar yasaklamasından da anlaşılıyor. Aynı Almanya PYD Rojava’da İslam Devleti çakallarına karşı savaştığında Kürtlere silah yardımında bulunmaktan bahsediyordu. Kürtlere yönelik bu son uygulama da gösteriyor ki sözkonusu Kürtlerse, Erdoğan Türkiye’sinin dahi hiçbir talebi geri çevrilmez.
Söz ama, şu “masum ve temiz, eline hiç kir değmemiş” Gülen ve güruhuna gelince Almanya moz (yaban arısı) sokmuş deli dana gibi bağırmaya, feryad figan etmeye başladı. Aynı Almanya Gülencilerin Erdoğan’la ortak oldukları dönemde aynen bugün DİTİB’in yaptığı gibi yıllarca MİT’in gönüllü ajanları gibi çalıştıklarını da söylese, masumiyet karinesi biraz dikkate alınır.
Neyse, konumuz bu değil.
Süddeutscher Zeitung gazetesi 27 Mart tarihinde, MİT’in Almanya’da yaşayan Gülen yandaşlarına yönelik casusluk faaliyetinde bulunduğunu; elde edilen bilgilerin ise Şubat ayında Münih Güvenlik Konferansı esnasında Almanya İstihbaratı BND’ye iletildiğini duyurdu. MİT’in verdiği listede Almanya’da yaşayan 300 Gülen taraftarı ile 200 kadar dernek, okul ve benzeri kurumun isimleri bulunuyormuş. Listede yer alanların açık adres, cep ve sabit telefon numaraları ile gizli çekilen fotoğrafların da dosyada bulunduğu habere eklenmiş. BND ise verilen dosyaları büyük bir hamaratlıkla Almanya’nın bu işle ilgilenen tüm kurumlarına iletmiş ve ardından da hiç yapmadığı bir işe imza atarak, MİT listesinde yer alanları uyarmış.
Ve bir gün sonra, 28 Mart tarihinde Federal Savcılık adı sanı “bilinmeyen” MİT mensuplarına yönelik soruşturma açtığını servis etti ajanslara. Aynı gün kameralar karşısına geçen Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maizière “Türkiye’ye defalarca söyledik. Alman topraklarında istihbari faaliyette bulunmak suçtur ve bu hoşgörüyle karşılanmaz” deyiverdi.
Bu kadar duyarlı olan Almanya ve Alman İstihbaratı neden dün, 1980’ler ve 90’larda pasaportlarımıza konsolosluklarca el konulduğu, sadece Almanya’da değil, tüm Avrupa’da adım adım izlendiğimiz, bu yetmezmiş gibi bir de vatandaşlıktan atıldığımız halde kılını kıpırdatmak bir yana, Alman vatandaşlığına hak kazandığımız halde tersi bir uygulama içinde oldu? Bu da yetmedi, 2000’li yıllarda çalıştığımız işyerlerinin kapısı çalınarak işten atılmamıza neden oldu?
Hayır, kimseyi kıskandığımız, Gülencilere gösterilen duyarlılığın bize de gösterilmesini beklediğimiz yok. Hatta Almanya’nın geç de olsa, sözkonusu Gülenciler de olsa MİT faaliyetleri karşısında duyarlılık göstermesi olumlu. Olumlu olmayan tarafı çifte standart uygulaması ve Türk istihbaratının Kürtlere ve sol kesimlere yönelik faaliyetlerine göz yumması, bu alanda onunla işbirliği içinde olması. Bunu da döne döne anlatmaya devam edeceğiz.
Erdoğan’la yatağa giren Almanya şaşı kalktı. Gülencilerle izdivaçtan sonra ne olacağını, nasıl bir durumla karşılaşacağını ise yaşayıp göreceğiz. Kör veya topal kalkarlarsa şaşmamak gerekir.