8 Kasım seçimlerinde ABD’nin 45. Başkanı olarak seçilen Donald Trump’ın yönetiminde Dışişleri Bakanlığı için adı ön plana çıkan John Bolton’un, bir kaç gün önce New York Post Gazetesi’nde bir makalesi yayınlandı.
Bolton, söz konusu makalesinde Trump yönetimine dış politika konusunda tavsiyelerde bulunuyor, Suriye ve Irak’ta gidişin bağımsız Kürdistan yönünde yol aldığını ve bu durumun da Amerika’nın çıkarlarına uygun olduğunu savunuyor. Bolton, İran’la yapılan nükleer anlaşmanın iptal edilmesi gerektiğini, Türkiye’de ise ‘özel bir hilafet türü’ oluştuğunu ve bir an önce seküler yönetime dönüştürülmesi gerektiğini belirtiyor.
Bolton, ABD’nin Dışişleri koltuğuna oturur mu?
Ya da Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmeye çalışıldığı bir dönemde Bolton’un yapmış olduğu bu üç temel öneri, Trump yönetiminin politikalarına ne ölçüde yansır?
20 Ocak 2017 sonrası hep birlikte gözlemleyip, göreceğiz.
Ancak Dışişleri Bakanı olarak adı geçen Bolton’un; „Irak ve Suriye’de bağımsızlığa doğru ilerleyen bir Kürdistan var“ tespitini bu denli net ve açık bir ifadeyle dile getirmiş olması, hem ufukta görünen Kürdistan’ın her geçen gün biraz daha yakınlaştığını, hem de bağımsızlık yanlısı Kürtlerin omuzladıkları yükün ağırlaşacağını gösteriyor.
Ufukta görünen Kürdistan’ın yakınlaşması ile bağımsızlık yanlısı Kürtlerin omuzladıkları yükün ağırlaşacağı tespiti bir çelişki gibi algılanabilir. Ancak genel olarak Kürtlerin bu yöndeki bakış açıları, tutum ve davranışları göz önünde bulundurulduğunda, birbirinin karşıtı gibi görünen bu tespitin ne ölçüde doğru olduğu görülecektir.
Her geçen gün biraz daha yakınlaşan bir Kürdistan, Kürtlerin omuzladıkları yükü niye ağılaştırıyor, ona bakalım.
Kürdistan tarihinde, Bağımsız Kürdistan talebiyle ortaya çıkan ilk siyasi örgüt Xoybûn’dur.
5 Ekim 1927’de Lübnan’ın Bihamdun şehrinde Kürdistan Teali Cemiyeti ve Kürt Mıllet Fırkası başta olmak üzere Türk Devleti’nin zulmünden Irak, İran ve Suriye’ye sığınmış Kürt aydınları tarafından kurulan Xoybûn üyeleri, Bağımsız Kürdistan’ın kurulması, bütün Kürtlerin birliğini oluşturma uğruna bir mücadelenin yürütülmesi için and içmiş ve Kürt silahlı birliğini kurup tek bir komutanlığın emirinde hareket edeceklerini kararlaştırmışlardı.
Suriye, Lübnan ve bir çok Avrupa ülkelerı’nde varlık gösteren Xoybûn’un merkez komitesi, Kürdistan Millî Hükûmeti’ni ilan etmişti.
Ancak İhsan Nuri Paşa’nın komutasında yapılan Ağrı isyanının bastırılmasıyla gücünü yitiren Xoybûn ile birlikte, onun hayal ettiği bağımsız Kürdistan ideali de uzun yıllar Kürtlerin gündeminden çıkmıştı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan, Rusya ve İran’ın ortak çabalarıyla kısa sürede yıkılan Mehabad Kürt Cumhurriyeti ve 1970’li yıllarda Türkiye’de kurulan illegal sol örgütlerin ayakları yer basmayan Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan talebi dışında, dört parçadaki hiç bir Kürt örgütü bağımsızlığı yakın bir hedef olarak önüne koymadı. Kürdistan’ın bağımsızlık şartını sosyalizme endeksleyen bu sol örgütlerler de, süreç içerisinde bu fikirlerinden vazgeçerek, köklerine rucu ettiler.
Aradan geçen 90 yıllık bir süreden sonra bağımsız bir Kürdistan talebini bu gün, temelleri Mahabad’da atılan ve yakın bir zamana kadar hemen hemen bütün Kürtler tarafından otonomist talepleri nedeniyle ihanetle suçlanan PDK sahipleniyor ve bu talebi yakın bir hedef olarak önüne koyuyor.
PDK’nin otonomi talebinden bağımsızlık talebine evrilmesi elbette bir anda oluşmadı. Otonomiden bağımsızlığa evrilmesı, Güney Kürdistan’da dış ve iç dinamiklerin sonucu oluşan gelişmelerin bir sonucudur.
Dolayısıyla PDK’nin bugün yakın hedef olarak önüne koyduğu, sahiplendiği bağımsızlık fikri ne kadar haklı ve doğruysa, dün ihanetle suçlanmasına neden olan otonom Kürdistan talebi de o günün koşullarında o kadar doğruydu.
Çünkü bugün ufukta görünen bağımsız Kürdistan hedefi, dünün koşullarında uzak ya da gerçekçi olmayan bir hayalden ibaretti.
Uzak olan bir hedefe varmak, zor olmakla birlikte, oluşturduğu yük te uzak ve uzak olduğu için de bir ağırlık oluşturmazdı.
Ancak yakınlaşan, kaçınılmaz bir hedef haline gelen, iç ve dış şartların sonucu kendisini dayatan bir yükü omuzlamak ve taşıyıp hedefe varmak da güç ve kuvvet ister.
Bu nedenle başta Kürt Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı Mesud Barzani ve onun gibi düşünen Kürtlerin omuzlarındaki yük, dünden daha ağırdır.
Bu yükün hafifletilmesi ve ufukta görünen Bağımsız Kürdistan’ın gerçeğe dönüşmesi için tüm Kürtlere ciddi görevler düşmekte ve onlara ağır sorumluluklar yüklemektedir.
Bu yükün altından kalkmak ve bu sorumluluğu yerine getirmenin yolu da:
„Barzani Kürtleri oyalıyor.“
„Barzani de bağımsızlığı siyasi bir kart olarak kullanıyor.“
„Barzani her gün yeni bir gerekçe ile bağımsızlığı erteliyor“ türünden suçlamalarla hareket etmek değildir. Aksine bağımsızlık karşıtı olan Kürtlerin bu konuda ikna edilmeleri için çaba sarf edilmeli ve kararan ufukları aydınlatılmalı.
Bu yapıldığı takdirde, ufukta görünen Kürdistan bir bütün olarak Kürt halkının ortak bir talebi haline gelir ki, bunu da, ne bir dış ne de bir iç gücün bu süreci ertelemesine ya da engel olmasına gücü yetecektir.
Ancak üzülerek belirtmek gerekir ki, ulusal kimliklerini ölümcül kılan kimi Kürtler tam da kendilerinden beklendiği gibi hareket ediyor, bağımsızlığa karşı olan Kürtlerin ruh hallerini sorgulayacaklarına, bağımsızlığı isteyenlerin niyetlerini sorgulamakla, kendi ölümcül kimliklerine gerekçeler bulmaya çalışıyorlar.
Bu yöndeki tutum ve davranışları, başta belirttiğim gibi, bağımsız bir Kürdistan’ı hedefleyen Kürtlerin omuzladıkları yükü daha da ağırlaştırıyor, ufukta görünen Kürdistan’ın biran önce elle tutulur hale gelmesinin gecikmesine neden oluyor.
18.11.2016