Sözde IŞID, özde Kürtleri engellemek için Türk Devleti tarafından başlatılan „Fırat Kalkanı“ operasyonunun başladığı günden beri, en sık duyduğum cümle.
Bu cümleyi kullananlar, ilk iki kelimeyle asıl niyetlerini beyan ediyor, son üç kelime ile de Kürdün her türlüsüne olan kin ve düşmanlıklarını gizlemeye çalışıyorlar. Bu ince politikayı bir türlü kavrayamayan Kürtler, sarf ettikleri bu sözleri nedeniyle onlara inanıyor, onlar da inandıkları yolda yürümeye devam ediyorlar.
Son 10 günde, hemen her akşam, tüm televizyonların ekranlarında aynı manzara. Biri diğerini aratmıyor. Tüm kanallar adeta birbirleriyle yarışırcasına, aynı şahsiyetleri ekranlara çıkarmakla, Kürtlerin aklıyla açıktan alay ediyorlar.
Bunların bir kısmı kelli felli siyasetçiler, bir kısmı ne iduğu belli olmayan stratejistler. Kimileri FETÖ’nun magdurları olarak kendilerini tanıtan eski darbeci generaller. Kimileri de taşıdıkları kimlik kartlarından başka gazetecilikle alakası olmayan gazeteciler(!).
En ilginç oları ise, isimlerinin önünde büyük harflerle prof. yazılan, ancak konuşma ve tavırları daha çok cami imamlarını çağrıştıran akademisyenler ile bunları bütünleyen Erdoğansever Kürtler.
Ancak hepsini bir potada buluşturan ortak yanları ise, Kürt düşmanlığı.
O nedenle asıl tartışmaları gereken konu ne olursa olsun, her söz alan, asıl konuya geçmeden önce, Cerablus meselesine dalıyor, ardından generallerin yarısı darbecilikten kotese tıkılmıs olan Türk ordusuna methiyler diziyor. Sözkonusu operasyonun başrılı olabilme şartının, „Kürt koridoru, pardon PKK-PYD koridorunun…“ engellenmesi olduğunu belirttikten sonra hikayesine devam ediyor.
Hikayenin akışına göre, kimi ABD’ye, kimi Rusya’ya, kimi de dünya aleme meydan okuyarak sözlerini noktalıyor.
Kelli felli siyasetçiler, sınır hattında Kürt Koridoru’nun oluşturulmasıyla asıl hedefin, Türkiye’nin Ortdadoğu’da bölgesel bir güç olmasının engellenmeye çalışıldığını.
Eski darbeci generaller, asıl hedefin Büyük Kürdistanı kurmak olduğunu.
Stratejistler ise, şapkadan tavşan çıkarıcasına, asıl hedefin önce Kürt-Yahudi devletini kurmak, daha sonra da bunu Büyük Yahudi devleti’ne dönüştürmek olduğunu belirtiyorlar.
Geleceğini Türkiye’nin bekaasında arayan Kürt de, „sınırımızda büyük bir tehdit oluştu, devletimiz de bunu bertaraf etmek için operasyon yapma kararını verdi. Hangi devlet olsa aynısını yapar“ diyor ve perde kapanıyor.
Konuşmacılar, ortaya koydukları akılalmaz teori ve stratejilerde bir türlü anlaşmamakla birlikte, sanki söz birliği yapmışlarcasına, önce Kürt koridoru, ardından pardon PKK-PYD koridoru diye düzelterek, aynı cümleyi defalarca tekrarlıyorlar.
Bu bile tek başına, adı, ünvanı, mesleki kimliği ne olursa olsun, Kürtlere karşı besledikleri kin ve nefretin, bilinçaltlarına yerleşmiş olan Kürt düşmanlığının ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.
Bilinçaltlarına yerleşmiş olan Kürt nefretini gizlemek için ise, argüman olarak Türkiye’nin Güney Kürdistan ile olan ilişkilerini gerekçe gösteriyorlar.
Oysa aynı anlayış Güney Kürdistan sürecinde de yaşanmıs, sürecin ilk dönemlerinde kırmızı çizgiler ilan edilmiş, uzun yıllar kurulan Federe Devlet görmemezlikten gelinerek, Kuzey Irak olarak adlandırılmıştı. Barzani ve Talabani için ağza alınmayacak sıfatlar yakıştırılmıs, onların dostane ilişkiler kurma istekleri, hep en alt düzeydeki askerlere havale edilmişti.
Eğer bu gün Türl devleti ve Türkler nezdin de Güney Kürdistan kabul görüyorsa, Türkiye ile ilişkileri belli bir düzeye çıkmışsa, bu Türk devleti ve onu yönetenlerin iradesinden çok, Güney Kürdistan’daki gelişmelerin ve Türklerin bu gelişmeyi engelleyecek olanaklardan yoksun olmarinın bir sonucudur.
Bu gün devletiyle, asker ve siviliyle Batı Kürdistan’daki gelişmeler karşısında takınılan tavır, 25 yıl önce Güney Kürdistan ile ilgili takınılan tavrın adeta bir kopyasıdır.
Çünkü Türk devleti için iyi ve ya kötü Kürt yoktur, bekaası için tehlike gördüğü Kürt vardır.
Bunun için sorun, Batı Kürdistan’daki hareketin PKK bağlantılı olması değil, sorun Kürtlerin ikinci parçada sahneye çıkmalarıdir. Devleti yönetenlerin her fırsatta, „ikinci bir Kuzey Irak’a müsade etmeyiz“ demelerinin nedeni de budur.
Nasıl ki „Fırat Kalkanı’nın asıl hedefi IŞID ile gizlenmek istendiyse, PKK-PYD ilişkisinin olduğu gerekçesiyle de, genel olarak Kürt düşmanlığı gizlenmek isteniyor.
Tüm Kürtler bunun farkında mı, emin değilim…
01.09.2016
firataras@navkurd.net