14 Haziran tarihli Haber Türk Gazetesi’nde çıkan makalesinde Muhsin Kızılkaya, Güney Kürdistan’ın Erbil (Hewlêr) kentindeki bir lokantada yaşadıklarını kaleme almış.
Kızılkaya makalesinde diyor ki; „ Birkaç ay önce Erbil’de bir lokantada, bölgesel Kürt yönetimi hükümetinden bir grup bakan, bürokrat ve aydınla hem yemek yiyor, hem de sohbet ediyorduk.
Biz Türkiyeliler masada çoğunluktaydık; aramızdaki Diyarbakır Valisi ve birkaç devlet yetkilisini saymazsak hemen hemen hepimiz Kürtçe biliyorduk.
Fakat kendi aramızda Türkçe konuşuyorduk.
Bu durum orada bulunan Irak Kürt’ü bir aydının dikkatini çekti. Hepimizin çok rahat Türkçe konuşması biraz tuhafına gitmiş olacak ki, döndü bana dedi ki:
‚Çok ilginç, hepiniz ne güzel birbirinizle Türkçe konuşuyorsunuz. Ama mesela biz Irak Kürtleri hiçbir zaman birbirimizle Arapça konuşmayız. Çünkü biz sizin Türkçe bildiğiniz gibi Arapça bilmeyiz.’
Türk Devleti’nin uyguladığı asimilasyon politikaları sonucu Kürtlerin beyinlerinde yarattığı hasar tespitini yapacağına, Kızılkaya, Kürtlerin konuşma dili olarak Türkçeyi kullanıyor olmalarını Türk Devleti’nin bir meziyeti olarak değerlendiriyor ve bu konuda şöyle diyor:
„O sırada çok uzun bir süreden beri üzerinde düşündüğüm bir mesele kafamda berraklaşmaya başladı. Iraklı Kürt doğru söylüyordu. Çünkü Irak’ta yaşayan Kürtler, tarih boyunca hiçbir zaman “Iraklı olmamış”, hep “Iraklı sayılmışlar”dı. O yüzden de Irak’ta Araplarla Kürtler kaynaşmamış, iç içe geçmemiş, ekonomik ilişki kurmamış, kültürel alışveriş yapmamış, örneğin kız alıp vermemişlerdi.
Kürtler kendi dağlarında, Araplar kendi çöllerinde yaşamıştı.
Irak’ta Arap Arap, Kürt Kürt’tü.
Oysa Türkiye’de öyle miydi?
Türkiye’de Kürtler tarih boyunca “Türkiyeli sayılmadılar”, Cumhuriyet ilan edilmeden önce, 1920 Meclis’i kurulur kurulmaz “Türkiyeli” oldular.
Bugün dört devletin milli sınırları içine dağılmış olan Kürtlere bakarsak eğer -birkaç yıldan beri bir federal sistemde yaşayan Irak Kürtlerini saymazsak-, İran ve Suriye’ye göre Türkiye, Kürtlerin cennetidir.
Çünkü Türkiye, Türklerle Kürtlerin ve üzerinde yaşayan diğer halkların ortak vatanı, Türkiye Cumhuriyeti devleti de ortak devletleridir…“
Gazetenin internet sayfasından yazıyı okurken, Muhsin Kızılkaya’yı yakından tanıyan biri olarak yazısının altına; „Muhsin, bu yazdıklarını inanarak yazmış olamaz“ diye bir cümleden oluşan yorumumu ekledim. Ancak Muhsin’in „Kürtlerin Cenneti“ olarak tanımladığı ülkenin ismini taşıyan HaberTürk Gazetesi, benim bir cümlemi bile çok görerek, sayafaya yansıtmadı.
Ama Muhsin’e her şey serbest
Kişilik erozyonu bu olsa gerek.
Yaralı bir coğrafya da doğup büyüyen Muhsin Kızılkaya da her Kürt gibi asimilasyona tabi tutuldu, devletin baskı ve zulmü iliklerine işlendi.
Devletin beyninde yarattığı hasara rağmen, uzun yıllar Kürt dili ve Edebiyatı konusunda kafa yordu, yazdıklarıyla, çevirileriyle bu konuda ciddi bir uğraş verdi. Devleten hesap sordu…
Ancak yaklaşık iki yıl önce kim ve ya kimler önerdiyse, Erdoğan tarafından önce akil adam, akabinde de miletvekili yapıldı. Altı aylık miletvekilliği, 1 Kasım’da tekrarlanan seçimle sona erince, bu kez başbakanlık danışmanlığı ve köşe yazarlığıyla ödüllendirildi.
Kısa bir zaman diliminde devletin bir çok ödülüne mazhar olan Kızılkaya, bugün Kürtlerin Türkleşmiş olmalarının tipik bir göstergesi olarak, kendi aralarında bile Türkçeyi kullanıyor olmalarını, Türkiye’nin İran, Irak ve Suriye den farklı bir devlet olmasına bağlıyor.
Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürtlerin Arapça ve Farsça yerine hala Kürtçe konuşuyor olmalarının nedenlerini sorgulayacağına, Kürtlerin kendi aralarında bile Kürtçe yerine Türkçeyi konuşuyor olmalarını, Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi devletleri olarak görmelerine dayandırıyor.
Bunun içindir ki, „Muhsin, bu yazdıklarını inanarak yazmış olamaz“ yorumunu yaptım.
Bu gün de bu düşüncemi koruyorum.
Peki tüm bu saçmalıkları niçin yapmış olabilir?
Bence bunun tek bir nedeni var.
O da, cebine konulan devlet akçesidir ki, akçenin ağırlığı kişiliğini baskılıyor.
Akçelerin hakkını vermek için Türk’ten daha Türkiyeci görünmek zorunda kalıyor. Bunun için de, yüzyıllık tarihinde Kürdistanı cehenneme çeviren Türk Devletini, „Kürtlerin Cenneti“ diye Kürtlere pazarlamaya çalışıyor.
Hiç kuşkusuz Türkiye, Irak, İran ve Suriye’den farklı bir ülkedir.
Dün de farklıydı, bu gün de…
Özellikle Irak ve Suriye, yıllardan beri açık diktatörlüklerle yönetilmelerine, Kürtlerin en masumane taleplerini kanla boğmalarına rağmen, hiç bir zaman Kürtlerin doğuştan kaynaklanan kimliklerini yok saymadılar.
Kürtleri „Dağlı“, ya da „Çöl Görmemiş Araplar“ olarak tanımlamadılar.
O yüzden de, bu ülkelerde yaşadıkları her türlü baskı ve katliama rağmen Kürtler Kürt, Araplar da Arap olarak kaldılar.
Muhsin Kızılkaya’nın farklı Türkiyesi’nde ise, Kürtler hem sayısız katliamlara maruz kaldılar, hem de o açık diktatörlüklerdeki ülkelerden farklı olarak red ve inkar edildiler.
İşte bu red ve inkarın doğal bir sonucudur ki, Muhsin Kızılkaya, Federe Kürt Devleti’nin başkentinde, kendi soydaşlarıyla bile Türkçe düşünüyor, Türkçe konuşuyor, bir Türk gibi Türk Devletini, tüm Kürtlerin de ortak devleti olduğunu utanmadan ileri sürebiliyor.
Kızılkaya, kendisi gibi Kuzeyli Kürtlerin içine düşmüş olduğu bu ucube durumun nedenlerini sorgulayacağına, AKP’nin dağıttığı ulufeden olmamak için, hasarlı beynini tümden devletin hizmetine sunarak, Türkiyesi gibi kendi farkını da böylelikle ortaya koymuş oluyor.
Muhsin Kızılkaya gibi siyaset yapmak isteyen Kürtlerin kendi mahallelerinde uygun yer bulamadıkları için Türk mahallelerine sığınmalarına kimsenin bir itirazı yok, ancak sığındıkları evlerde birer yanaşma olduklarını unutarak, ev sahibi gibi davranmalarını da hiç bir Kürt doğal karşılamaz…
Hatta ev sahibi bile…
20.06.2016
firataras@navkurd.net