Orta yaşlarda bir Kürt yurtseverinin mektubudur aşağıda yer alan; Kulp’a bağlı bir köyde damı başına yıkılan, Diyarbakır Sur’da başını soktuğu dört duvarı havaya uçurulan:
Bilinmeyen, tartışılmayan bir konu değil aslında; herkesin bildiği, ama bilmezlikten, anlamamazlıktan geldiği bir konudur Kürt sorunu, Kürdün hikayesi. İşlerine öyle geldiği için bir dönem kemalist elit eşekliğe vurdu kedini; görevi devralan İslamcı kesim ise bitti, çözüldü, nesi kaldı havası içinde.
Yanlış adreste doğmanın faturasını öder Kürtler yaşam boyu. Doğduğunuzda Kürtçe olan isminizle başlar hikaye. Adınızı beğenmez ya da kayda değer bulmaz sıradan bir taşra memuru; bir de azarlar babanızı ağız dolusu. Berzan’ı Behçet yapar bir çırpıda, hiç sormadan. Dünyanın köyünüzden ibaret olduğunu bilirsiniz, dünyalıların da köylüleriniz. Dünyanın tek dili vardır, o da konuştuğunuzdur konu komşuyla. Sonra yedisinde okul dönemi gelir, çalar kapınızı. Bilmediğiniz, yabancı bir dilde başlarsınız yüz metre koşusuna, yüzdoksan metre geriden. Anlamadığız her kelime için iner cetvel cılız parmak uçlarınıza. Böyle başlar Kürdün Türkçe öğrenme ve dış dünyayla tanışma serüveni. Okulu, eğitim dilini, öğretmeni parmaklarınıza inen cetvel sayısı ve çektiğiniz acılarla hatırlarsınız, bir ömür boyu; bir de itilip kakılma ve aşağılanma. Başka diyarlardan, başka gezegenlerden gelenlerin zulmüdür diye not edersiniz bir tarafa.
Yokluk, yoksulluk içinde de olsa mutlusunuz köyünüzde, memleketinizde. Bir hukuğu vardır ortak yaşamın, herkesin dikkate aldığı, sınırları aşmadığı. Bir seher vakti irkilerek uyanırsınız, motor gürültüleri, postal sesleri ve megafonlarla. “Bataklığı kurutmaya” gelenler, fırsat vermezler bir bohça ya da bir kuzuyu yanınıza almaya. “Defolup gidin” derler alel acele, göstermeden bir adres. Soluğu en yakın kasaba ve kente alırsınız, per-perişan. Ne paranız vardır, ne de sığınacak bir barınak. Yeni bir hayata başlarsınız, sıfırdan. Bacadan duman tütmez, ocakta aş pişmez; soranınız, kapınızı çalanınız yoktur, bir başına yalnız. Yeni bir serüvendir başladığınız. Sonra elbirliği ile bir yaşam örersiniz kendinize; kıt kanaat geçinip gidersiniz. Ve gün döner “eşkiya şehre indi” denerek, çattığınız bu damı da yıkarlar başınıza. Koca kentleri yerlebir edenler 2016’da, bir de kardeşlikten, eşitlikten, kalkınma ve Toledolardan dem vururlar, utanıp sıkılmadan.
İş bulmak için gittiğiniz diyarlarda horlanıp aşağılanırsınız. Sıkılıp Kürtçe bir şarkı tutturduğunuzda beşinci katında inşaatın; hücumuna uğrarsınız aynı zor koşullar altında çalışan insanların ve yerde bulursunuz kendinizi, yara bere içinde.
Köyünüzden, bağ ve bahçenizden kovulduktan sonra güç bela bir iş kurup çalışıyorsunuz, kimseye bir zararınız dokunmadan. Komşularla ilişkileriniz ise gayet normal. Facebook sayfanıza yüklediğiniz Kürt giysili bir resim, yeterlidir linç edilmeniz için; yüzünüze gülen, içli dışlı olduğunuz tanıdıklarınızca.
Üniversiteler bilim yuvasıdır derler, okuyan ise aydın. Gidin her hangi bir üniversitenin kampüsüne, boynunuza bir fular takın, içinde kurdewari renkler olan ya da Kürtçe konuşun telefonda, benzer bir durumla karşılaşırsınız, abartısız.
Köydesiniz, işsiz güçsüz gün kovalarsınız yıllarca. Bir yuva kurma vakti geldiğinde, yapacak bir iş arar durursunuz. Yavuklunuza bir mendil veya küçük bir kolye parası kazanmak için geçtiğinizde karşı yakaya, kaçağa, hedefi olursunuz gökten inen bombaların; karışır kanınız sırtına bindiğiniz ya da yük yüklediğiniz katırlarla.
Şiddetle olmaz, konuşarak çözelim diye yola koyulursunuz. Legal, yasal partiler kurarsınız, birbiri ardına yasaklanan, yöneticileri tutuklanıp içeri atılan. Kırk yıldır her türlü yöntem uygulandığı halde bir türlü bastırılamayan, yok edilemeyen, kolu bükülüp alt edilemeyenlerle maslalar kurulur Oslolarda. Fazla geçmez tutuklanma furyası başgösterir, masa daha orta yerdeyken. Legal faaliyete katılan ne kadar insan varsa, yaka paça alınıp atılır içeri, sorgusuz sualsiz. Bu Paralel’in işi denir ve yeni bir masa kurulur İmralı’da. Heyetler gelir gider ardı adına, İmralı, Ankara ve Kandil arası. Akiller salınır dört bir yana; koklanır hava, ölçülür nabız Karadeniz’den Akdeniz’e, Edirne’den Hakkari’ye. Ortak pozlar verilir kameralar karşısında. Ve nihayetinde ortak bir deklarasyon yanınlanır sarayların birinde. Umut yeniden yeşerir olabildiğince; bire bin verir, Mezopotamya topraklarında olduğu gibi. Toprak, su ve güneşle buluşmuştur, ne de olsa.
Fazla sürmez, mevsim karakışa vurur kendini. Fırtına başlar, bahoz savurur etrafta ne varsa. Masa uçmuştur; verilen sözler, varılan mutabakat tuzla buz olmuştur kısa bir zaman zarfında. Ve muhatap alınanlar, İmralı ve Kandil arası elçilik görevi üstlenenler, teröre destek olmakla suçlanırlar sonunda. Bu da yetmez, altı milyon seçmenin desteğini alan, İmralı sürecinde aracı olan legal ve yasal bir parti, kapı dışarı edilir meclisten, masanın diğer tarafında oturan muhataplarınca. Ve tarihe kara bir leke olarak geçer bu, 20 Mayıs 2016 günü işlenen.
Kurduğumuz dernekler, çıkardığımız gazete ve dergiler, binbir emekle yayın hayatına soktuğumuz televizyonlar ve nihayetinde altı milyon yetişkin insanın desteğini sağlamış bir parti, legal alanın dışına itiliyor ve seçilmiş vekillerin dokunulmazlıkları kaldırılarak infaz hükmü devreye konuyorsa, Kürt daha ne yapsın? Dağdan başka denenmemiş bir yol varsa, söyleyin Kürt de anlasın?