“Olduğundan farklı görünme ve amacı gizleme” eylem ve fiili sözlüklerde takiye olarak tanımlanıyor. Takiye’yi uygulayanlara baktığımızda ise ilk akla gelenler siyasal İslam’ın temsilcileri oluyor. Erbakan’dan Gülen’e, Gül’den Erdoğan’a bu kesimin seyir defterine göz attığımızda takiye uygulandığını, gerçek amaçların bir dönem gizlendiğini net olarak görmek mümkün.
Şöyle diyor örneğin Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken, 14 Temmuz 1996 günü Milliyet’ten Nilgün Cerrahoğlu’na: “Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz” ve “demokrasi amaç değil araçtır”.
Bir başka alıntı da Erdoğan’ın bir zamanlar dizinin dibinden ayrılmadığı, partisi yasaklandıktan sonra hançer çekmekte gecikmediği hocası Necmettin Erbakan’dan: “Refah Partisi iktidara gelecek. Adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak? Kanlı mı olacak, kansız mı olacak?” (13.4.1994)
Aradan geçen süre içinde siyasal İslam’ın temsilcisi AKP iktidara geldi. Tek adam diktatörlüğüne geçiş içinse son bir yıldır oluk oluk kan akıtıldı. Ve Erdoğan demokrasi tramvayından ineli epey zaman oldu. Ben tarihi Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinin başladığı 2005’e çekeyim; siz isterseniz biraz daha avans tanıyarak iniş tarihini 2007’de başlatınız.
Erdoğan ve AKP’de ifadesini bulan siyasal İslam, sadece demokrasi, demokratik hak ve özgürlükler konusunda değil, Kürt sorunu bağlamında da gerçek niyetini hep gizledi. İhtiyaç duyduğu zaman PKK ile Oslo’larda biraraya geldi. İhtiyaç duydu masayı İmralı’ya kurdu. Ne zaman ki ihtiyaç ortadan kalktı, takiyeye son vererek gerçek niyetini ortaya koydu.
Erdoğan 2015 başından buyana artık takiye yapmaya ihtiyaç duymuyor. Nasıl bir rejim istediğini bağıra çağıra söylüyor ve yasal zeminin kendini buna uyarlaması için fiili durum yaratıyor. Örnek mi? 7 Haziran seçim sonuçları amaca hizmet etmediği için 1 Kasım seçimleri yapılmadı mı? HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması sultanlığa giden yolun açılması için devreye konup gündeme getirilmedi mi? Bundan sonraki adım tek adam diktatörlüğü ve sultası değil mi?
Artık tablo iyice netleşmeye başladı. Bir tarafta Erdoğan Sultası’na, tek adam rejimine, Türk İslam Cumhuriyeti’ne kulaç atan islamo-faşist bir kesim, diğer tarafta dağınık ve dağınık olduğu için de faturayı en ağır bir biçimde ödemek zorunda kalacak toplumun geriye kalan yüzde ellilik bölümü.
AKP ile MHP’nin menzil olarak bellediği, gitmek istediği Türk-İslam-Sentezi’nin en rafine halini oluşturan açık bir islamo-faşist diktatörlüktür. Ya diğer yüzde elliye yakın kesimin? İşte belirsizlik burada. Böylesi bir diktatörlüğe karşı çıkan güçler oldukça dağınık.
Göre göre böylesine bir dağınıklık içinde bulunmak aynı zamanda intihar anlamına da gelir ve yarın bunun izahı oldukça güçleşir. Bu dağınıklıkla tek adam diktatörlüğünü tesis etmek için yapılacak bir referandum ve ardından girilecek yeni bir seçim demokrasi güçleri ile bugünkü durumdan hoşnut olmayan kesimler açısından tam bir hezimete yol açarak yenilgiyle sonuçlanabilir.
İsterseniz biraz sesli düşünelim. HDP ve Kürt partilerinin dışlandığı bir ortamda oluşacak bir mecliste CHP yine bugünkü oy oranı ile yerini koruyacak, dağılacak oy yüzdesinin çeyreğiyle yetinmek zorunda kalacaktır. Kürt partilerinin alabileceği oy ise Erdoğan’ın hanesine yazılacaktır.
Kaldı ki bir demokrasi ve barış blokunun oluşmadığı, CHP, Kürt partileri ve demokrasi güçlerinin ortak hareket olanağının yaratılmadığı bir ortamda yapılacak seçimlere Kürt partilerinden biri katılsa bile durum değişmeyecek, CHP yüzde 25, HDP veya başka bir Kürt partisi yüzde on bandında seyrederek, toplamı islamo-faşist bir diktatörlüğe gidişi engellemeye yetmeyecektir.
Oysa Erdoğan tarafından kurulan bu oyun bozulabilir. Bu oyunu bozmak en başta CHP’ye düşüyor. Şayet CHP, kuruluş kodlarıyla içselleştirdiği Anti-Kürt fobi ve pozisyonu yenebilirse, Erdoğan’ın kurduğu bu oyun boşa çıkarılabilir. Ve geniş anlamda bir platform yaratılabilirse, bu iki artı ikiden öte bir sonuç doğurabilir ve Erdoğan’ın düşü kursağında bırakılalarak tüm planları bozulabilir.
Türkiye ve Kürdistan’da belki devlet, ekonomik planda iflasın eşiğinde değil. Ama toplumsal planda tam bir kırılma yaşanıyor. Tek tip yaşam biçimi ise hayatın her alanına, kamuya ve sokağa dayatılmış durumda. Buna ek olarak Kürdistan’ın TC tarafından işgal edilmiş parçasıyla Rojava diye adlandırılan diğer yakasında sıcak bir savaş yürütülmekte. Ekonomik açıdan ise TC son yıllarda başaşağı bir gidiş içinde. Bu yıl turizm hanesinden eksilecek 20-30 miyar dolar aşağı gidişi daha da tetikleyecek.
Bu gidişe dur demek olanak dahilinde. CHP ve Kılıçdaroğlu üstünde kısmi bir baskı oluşmaya başlamış durumda. CHP, kemalist ve ulusalcı kesimin esaretinden kurtulmak için adım attığında, PKK ve Kürt fobisinden arınmaya karar kıldığında yolun zor olan yarısı aşılmış olacak. Ve CHP, HDP ve diğer demokrasi güçlerinin içinde yer alacağı bir Demokrasi ve Barış Bloğu’nun oluşumu kolaylaşacaktır.
İçerde ve komşu ülkelerde sürdürülen savaşa karşı çıkmak, Avrupa standartlarına uygun bir demokrasi tesis etmek ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konan çekinceleri kaldırmak gibi konularda oluşabilecek böylesine bir blok, karşılığını toplumsal kesimlerde bulabilir ve Erdoğan’ın özlemini duyduğu tek adamlık sultasına geçit verilmeyebilir. Böylesine bir blokun işini kolaylaştırmak için PKK’ye düşen görevse ateşkes ilanında bulunmaktır.
Böylesi bir bloğun gerçekleşmesi içinse en başta CHP’nin yeni bir durum değerlendirmesine gitmesi gerekir. Kılıçdaroğlu, yanına alabileceği birkaç arkadaşı ile Altan Öymen ve Tarhan Erdem gibi insanların kapısını çalmalı, ortak bir durum değerlendirmesi yapmalıdır.
CHP ve Kılıçdaroğlu, hazzetmediği Kürtlerle bir orta yol bularak yaşayabilir, ancak amacına ulaşmış bir Erdoğan Türkiyesi’nde yaşama olanağı bulamayabilir. Tercih CHP kurmaylarıyla diğer demokrasi güçlerinde. Artık tek tek uğraşarak diktatörlüğün önünü alma zamanı geçiyor!