Türk Dışişleri Bakanlığı 27 Mart 2014 günü bir açıklamasında şunları belirtiyordu: “Dışişleri Bakanı makamı gibi devletin en hassas güvenlik konularının ele alındığı bir mekanda gerçekleştirilen çok gizli mahiyetteki böyle bir toplantının izlenerek görüşmelerin kamuoyuna servis edilmesi Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik alçakça bir saldırı, bir casusluk faaliyeti ve son derece ağır bir suçtur… Bunu yapan ihanet şebekeleri devletimizin ve milletimizin düşmanlarıdır“.
Peki ne olmuştu o tarihte? Dışişleri Bakanlığı’nın en korunaklı ve mahkem odasında yapılan bir toplantının kayıtları Internet’e düşmüş ve Dışişleri Bakanlığı da bu görüşmenin yapıldığını inkar edememiş, teyid etmek zorunda kalmıştı.
Sözkunu toplantıya katılan dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Erdoğan’ın „sır küpüm“ dediği Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgenaral Yaşar Güler, Süleyman Şah Türbesi vesilesiyle Suriye’yi konuşuyorlar kendi aralarında, oldukça rahat bir şekilde.
O görüşmede MİT Müsteşarı „oralara ikibine yakın TIR gönderdik“ diyor, böbürlenerek. Mama ve çocuk bezi mi, yoksa kuru gıda veya giysi mi?
Mama ve çocuk bezi olsa, bunları neden bir devletin istihbaratı örgütlesin? O devletin bu işlerle ilginen kurumları yok mu? Örneğin ne işe yarar Kızılay ve Afad? Mama ve çocuk bezini göndermeyi aleni ve açık yapsa, takdir kazanmaz mı ayrıca?
Açık ki o ikibin TIR’la ‚oralara‘ silah ve cephane gönderildi. Zaten Hakan Fidan da bunu ima ediyor, biraz da gururlanarak. Peki kime gönderildi, can alan, kan döken o „mama ve çocuk bezleri“?
Sadece bunları söylemiyor Erdoğan’ın sır küpü Hakan Fidan „çok gizli mahiyetteki“ o görüşmede. „Ben öbür tarafa (yani Suriye’ye) dört tane adam gönderirim, sekiz tane boş alana füze attırırım. Problem değil o. Gerekçe üretilir.“
Oysa gerekçeye de ihtiyaç duyulmadan, bu yakadan öbür tarafa insanlarla meskun olan kent ve köylere sekiz değil, yüzlerce, binlerce füze fırlatıldı, top atıldı. Ve bugün Afrin’e, Girê Sipî ve çevresine yönelik açık bir savaş yürütülüyor, hem de ateşkesin yürürlükte olduğu bir dönemde.
Ajanbaşı Fidan’ın bahsini ettiği o 2000 TIR’a yüzlercesi, binlercesi eklendi, o tarihten sonra; içinde tek bir kutu mama olmayan, yükü ölüm ve kan olan. Ve Mersin, Adana, Amed, Suruç, Ankara ve İstanbul’da yüzlerce insanın hayatına mal olan o bombaları patlatanlar Fidan’ın adamlarından başkası değil.
Ve Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Nato üyesi ve Avrupa Birliği aday ülkesi Türkiye, faturayı bu emelleri deşifre eden televizyonları susturarak, gazetecileri içeri tıkarak basın ve medya kuruluşlarına kesti. Bunu yaparak olayın, bu terör ihracının tüm dünyaya duyurulmasına ise istemeyerek hizmet etti.
Türkiye içerde ve dışarda terör estiriyor. Bu bilindiği için hırçınlığı da doruğa tırmanıyor, panikledikçe yanlış üstüne yanlış yapıyor, sona hızlı adımlarla yaklaşıyor Erdoğan ve ekibi.
Ve Türkiye dahi artık Erdoğan ve şürekasını taşıyamaz bir noktaya geliyor, koşar adım. Bunu Güney Kürdistan yöneticilerinin de görmesi gerekiyor artık. Kuzey ve Rojava Kürtlerinin kanını dökmek, canını yakmak için her yolu deneyenlerden Güney Kürtlerine yar olmayacağı ise ortada.
Suriye’de ise herkes vermiş olduğu mücadelenin, konumlandığı pozisyonun karşılığını alacak. Rojava Devrimi’nin ortaya çıkardığı kazanımlar her hal ve şart altında korunacak ve diğer etnik ve dini grupları hiçe sayan, kaale almayan bir Müslüman Kardeş veya Selefi’nin Şam’da hakimiyet kurması engellenecek. Ve Suriye üniter ve katı merkezi bir devlet olma miadını doldurarak, egemenlik farklı etnik ve inanç grupları arasında dağıtılıp paylaşılacak. Kürdün, seküler Arap’ın, Hıristiyan’ın, Alawi’nin, Durzi’nin hakkı teslim edilecek.
Avrupa ve Almanya ikiyüzlülük yaparak, çirkef ve kirli bir politika izleyerek, Türkiye’den yönelen mülteci akımından dolayı ona belli bir kredi açtı; Kürdistan’da süren imha savaşına sessiz kalarak, onay verdi; Rojavalı Kürtlerin Cenevre Konferansı’na katılmalarının yolunu tıkadı ve bağımsızlık referandumuna karşı çıkarak Güney Kürdistanlı yöneticilere soğuk duş aldırdı.
Soğuk duş almak zorunda kalanlar sadece Güneyli yöneticiler olmadı, Kürt hareketinin tümü bundan nasibini aldı, bir ölçüde. PYD ve ENKS, PKK ve KDP, bırakalım öncesi, uluslararası planda son bir ayda yaşananlardan ders çıkarıp yakınlaşabilirlerse, sadece Derik’ten Afrin’e değil, Xaneqin’den Akdeniz’e koridor açılabilir ve Kürdistan’ın kolları su ile buluşabilir.
Bu aşamada yapılması gereken Kürdistan’ın kollarının açık bir limana kavuşması, suyla buluşması için her yolu denemek, her türlü fedakarlıktan kaçınmamak olmalıdır. Bu tarihi dönemeçte imkan dahilindeyken suya açılmamak, bir limana sahip olmamak Kürtler bakımından intihar anlamına gelir. Dört tarafı çakal sürüleriyle çevrili, bir santimetrekaresi dost bir ülkeye açılmayan Kürdistan, Akdeniz’e ulaşmadan rahata kavuşamaz.
Bunu elbirliği ederek sağlamak olanak dahilinde. Tek bir engel var. O da parti çıkarlarını, ülke ve halkın çıkarlarının önüne koyarak, ortaya çıkan bu fırsatı berheva etmek, elden kaçırmak.
Tarih sadece göstermiş olduğumuz fedakarlık ve kahramanlığı, çektiğimiz, katlanmak zorunda kaldığımız acı ve cefaları yazmayacak. Tarih aynı zamanda önemli kavşaklarda almış olduğumuz kararları, yüklenmiş olduğumuz sorumluluk gereği birbirimize vermiş olduğumuz „tavizleri“ de yazacaktır.
Tarihin bu sayfası, bugün yazılıyor.