Kürdistan Federe Devleti Başkanı Mesut Barzani dün, yani 09.12.2015 tarihinde Ankara’ya geldi.
Barzani, uçaktan iner inmez, ayağının tozuyla MİT yerleşkesine gitti ve orada uzun bir görüşme yaptı.
Barzani’nin MİT’deki görüşmesi daha sürerken, bağımsız Kürdistan fikrini çöpe attıklarını söylemekle övünenler, Türkiyelileşme siyasetini kurtuluş reçetesi olarak Kürtlerin önüne sürenler, Barzani’yi hedef tahtasına koyarak, her zamanki aymazlıklarıyla saldırmaya başladılar.
Yine aynı kesimin basın ayağı olan Özgür Gündem Gazetesi de geri kalmadı, Barzani’nin Ankara gelişini şu başlıkla haberleştirdi:
„Barzani’nin ilk işi MİT’e gitmek oldu.“
Özgür Gündem de bu imalı başlığıyla, sanal alemdeki yandaş fareler gibi aslında Barzani’ye vurmaya ve onu Kürtlerin nezdinde küçük düşürmeye çalışıyordu.
Ancak Özgür Gündem yönetcileri ile sanal alemdeki farelerin bilmedikleri, hesaba katamadıkları bir şey vardı.
Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı tarafından, üstelik Irak Bayrağı’nın yanısıra ilk kez Kürdistan Bayrağı’nın da dalgalandığı bir ortamda kabul edilen Barzani’nin MİT’de ne işi olabilirdi?
Eğer amaç Hakan Fidan ile görüşmek olmuş olsaydı, bu görüşme, Cumhurbaşkanlığı ya da Başbakanlığın herhangi bir odasında da mümkün olabilirdi.
Oysa Barzani başka biriyle görüşmek için MİT yerleşkesine gitmişti.
Çünkü görüşeceği kişiyi ancak MİT binasında görebilirdi.
O kişi ise, Eylül ayından beri Ankara’da, yine MİT yerleşkesinde ikamet eden Abdullah Öcalan’dan başkası değildi…
Barzani ilk kez Türkiye’ye gelmiyor. Bu güne kadar defalarca geldi ve her seferinde de devlet protokolüyle karşılandı.
Doksanlı yıllarda bu protokol MİT ile sınırlıydı, ancak ikibinli yıllarda ise, cumhurbaşkanlık ve başbakanlık ve düzeyinde oldu.
Barzani’nin son 25 yıllık süreçte Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaret ve bu ziyaretle kendisine yönelik uygulanan protokolün düzeyi dahi, Güney Kürtleri’nin devletleşme serüveni konusunda yeter ölçüde fikir vermektedir.
Barzani, 04.06.2010 tarihinde de Türkiye’ye gelmiş ve dönemin başbakanı Erdoğan ve cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından kabul edilmiş ve ikili görüşmeler yapmıştı.
O görüşmelerin bu seferki görüşmeden farklı olan tek bir özelliği vardı, o da, Erdoğan ve Gül ile olan görüşmelerde sadece Türk bayrağı yeralmış, ne Irak ne de Kürdistan bayrağına yer verilmemişti.
Bugünku görüşmeleri farklı kılan ise, hem Irak hem de Kürdistan bayrağının Türk bayrağı ile eşit ve aynı ölçüde yeralıyor olmasıdır.
MİT ile başlayan, bayraksız görüşmelerle devam eden ve bugün Kürdistan bayraklı görüşmeye dönüşen süreç, Barzani’nin Türkiye’nin kırmızı çizgileri karşısında, katettiği başarının bir sonucudur.
Barzani’nin 2010 yılındaki gelişi ile ilgili de bir yazı yazmış ve o yazı da şu noktalara değinmiştim.
„Hatırlanacağı üzere, Türkiye son yıllara kadar Güney Kürdistan’daki Kürt siyasetçilerini hep küçümseyen sıfatlarla tanımlardı.
Onları, kimi zaman aşiret reisleri, kimi zaman da şu ve ya bu devletin birer figüranları olarak adlandırırdı.
Güneyli Kürtleri Kuzeydekilere, Talabani’yi Barzani’ye ya da Barzani’yi Talabani’ye karşı harekete geçirmek için binbir çeşit oyun tezgahlıyordu.
Türk devleti, Kürtlere karşı tezgahladığı bu oyunlarında, çoğu zaman başarılı da oldu.
Türk devletinin bu konuda başarılı olmasında belirleyici olan, kendisinin oyun kuruculuuğundan ziyade, Kürtlerin kendi aralarındaki iç çekişmeleriydi. Kürtler, birbirleriyle uğraştıkça ve birbirlerine karşı düşmanca davrandıkça düşmanlarının oyunlarına geliyor ve her seferinde, bir bütün olarak kendileri zararlı çıkıyorlardı.
Ancak bu süreç, Güneyli Kürtler açısından geride kaldı. Güneyli Kürtlerin kendi aralarındaki iç çekişmelere son vermeleriyle ve de yaşanan tarihsel konjönktürü doğru okumalarıyla, bir taraftan Güney özgürleşirken, diğer taraftan düne kadar birer aşiret reisi olarak muamele gören Talabani ve Barzani bölgenin birer siyasi aktörleri olarak tarihteki yerlerini aldılar.
Her ikisinin son on yılda izledikleri politikalarla lider olabilmenin sınavını başarıyla geçtiler. Güneyli Kürtlerin yanısıra, tüm dünyadaki Kürtlerin gönlünde taht kurdular, onlara güven verdiler.
YNK’nin iki gün önce başlayan 3. Kongresinde, Barzani’nin geçmişten kaynaklanan iç çatışmalardan dolayı özür dileme erdemini gösterip, gelecekte benzer hataların bir daha yaşanmaması için ortaya koyduğu irade, ancak bir liderden beklenen bir davranıştır.
Bu erdemli davranışın Kuzeyli Kürt liderler tarafından da örnek alınmasını umarım…“
Bu uzun alıntıda Kuzeyli liderler işin yapmış olduğum öneriyi Kuzeyli Kürtler işin de tekrarlamak istiyorum.
Hiç kuşkusuz, Türkiye’nin Barzani’ye karşı tutumu, Kürtlere olan sevgisinin, ya da Erdoğan’ın; „Kürtleri seviyoruz, Yaradandan dolayı“ şeklinde ifade ettiği anlayışının bir sonucu değil.
Bu sevgi ve zoraki kabullenme, bölgedeki çıkarlarının bir sonucudur.
Eğer varsa, bir puştluk ki, Türk devletinin tarih boyunca Kürtlere karşı yaptığı puştluklar saymakla bitmez, bu da Kürtlerin bribirleriyle düşmanca bir tavır içine girmeleriyle, tarihe mal olmuş liderlere hakeret etmeleriyle değil, ancak birbirleriyle kenetlenerek boşa çıkarabilirler…
Çünkü Kürtlerin yakın tarihi de açıkça gösteriyor ki, Kürtlerin tüm yenilgilerinin temel sebebi, güçsüzlükleri değil, düşmanlarının oyunlarına gelmiş olmalarıdır…
Oysa ne dünya eski dünya, ne de Kürtler eski Kürtler…
Tüm Kürtler bu gerçeği görmeli ve ona göre hareket etmeli.
Aksi takdirde rakib bir partiye ya da rakip olarak görülen bir lidere atılan çamur, her an atana da bulaşabilir…
Barzani’nin bu ziyaretinde olduğu gibi…
10.12.2015
firataras@navkurd.net