Her dönemin kendine özgü simgeleri ve o simgelere yüklenen değerleri var. Dönemsel olarak birer siyasi kimlik olan simgeler değişse de, onlara yüklenen değerler hep devam etti, bugün de devam ediyor. 70’li yıllarda siyaset yapanlar ya da siyasete ilk adımlarını atanlar hatırlayacaklardır. O dönemin kendine özgü kimi simgeleri vardı.
Mesela post bıyık bırakan, askeri parka giyip, ayağına postal geçirenler parmakla gösteriliyorlardı.
Kendileri söylemekten kaçınsalar bile, giyim ve kuşam tarzlarıyla çevrelerindeki gençlere; „Bu abi Filistin’de eğitim görmüş“ dedirtiyor ve her gittikleri yerde saygıyla karşılanıyorlardı…
12 Eylül darbesiyle birlikte bu görüntüler de tarih oldu. Ne post bıyık, ne askeri parke, ne de postal kaldı. Her türlü simgeden uzak, inandıkları dava uğruna mücadele edenlere zindan yolu göründü, işi gücü gösterişten ibaret olanlar ise, bir daha görünmemek üzere arazi oldular…
Yolu 12 Eylül zindanlarına düşen gençler, konuldukları daracık hücreleri yaşça büyük birileriyle paylaştıklarında; „mutlaka 12 Mart’ı da yaşamıştır, tecrübesi benim için yol gösterci olur“ diye kendilerini şanslı addediyorlardı.
12 Mart’ı yaşayanlar olarak düşündükleri, Türk ise eğer mutlaka THKO, Kürt ise de mutlaka DDKO kökenlidir diye düşünülüyor ve salt bu özelliklerinden dolayı gençler tarafından saygı görüyorlardı.
Zindan koşullarında bu tür insanlarla aynı ortamı paylaşmak, onların yaşanmış tecrübelerinden yararlanmak önemliydi. Bu değerlere sahip olanlar saygı görür, onların etrafıdakiler ise, olanların yanında kendilerini daha güvende hisederlerdi.
Ancak 12 Eylül sonrası dönem, Türk sol cephesinde bir sesizliğe yolaçarken, Kürt cephesinde yeni bir fırtınanın oluşmasına da zemin hazırladı.
Yeni fırtınayla yeni bir değerler skalası oluştu.
Post bıyıklarla, askeri parke ve postalın yerini Şal û Şepik ile Mekap ayakabılar alırken, Filistin ise Bekaa Vadisi ile yer değiştirdi…
Bu değişim yaşamın tüm alanlarında da yansımasını buldu.
Yeni bir isim modası gelişti.
Türk sol çevrelerinde 70’li yılarda yeni doğan çocuklar için Deniz, Mahir, Ulaş, Şuleö Lale (…) gibi isimler revaçta iken, 80’li yılar ve sonrası dönemde de Kürt cevrelerinde Botan, Egit, Mazlum, Zinar, Zilan, Beritan (…) gibi isimler moda oldu.
2000’li yıllarla birlikte Kürt siyasi çevrelerindeki bu değerler skalası da değişime uğradı. Ancak son yıllardaki bu değişim farklı bir rota izledi. Ne post bıyık ne de şal û şepik, saygın olmanın ölçütü olarak kaldı. Tek ölçü Türk olmakla özdeşleşti…
Oysa soldan sağa, dinciden dinsize kadar tüm Türk siyasi partilerinde yer alan Kürtlerin hiçbir zaman bir değeri yoktu. Tıpkı Kürt sorunu gibi onların varlıkları da devrim sonrasına havale edilmişti. Sağ partilerde ise, Kürtlerin tek görevi kendi bölgelerinde dahi Türk olan partidaşlarını parlamentoya göndermekle sınırlıydı.
Ancak Kürtler siyasallaştıkça, kısmen de olsa değer görmeye başladılar.
Kürt hareketinin zirve yaptığı bugünkü süreçte Kürtlerin değeri azalırken, Kürtlerden başka sığınacak liman bulamayanların değeri ise ne yazık ki kat be kat arttı.
İşin ilginç tarafı ise, bugün Kürt siyasi çevrelerinde, saygınlıkta tavan yapanların Türk ve Kürtlerin geçmişte sahip oldukları kimi ortak paydalardan dahi yoksun oluşları…
Örnek mi?
Alın size Huda Kaya, Figen Yüksekdağ…
Huda Kaya MHP, Cemaat geleneğinden gelip Kürtlere rucu ederken, Figen Yüksekdag bilinmeyenden paraşütle Kürtlerin tepesine indi…
Muhabirin; „Geçmişinizde herhangi bir Kürtlük var mı?“ sorusuna, „Yok, ben Türk’üm ve MHP’li bir aileden geliyorum“ diyerek çıtayı daha yükseklere çıkarttı…
Bu tablo, kıyıda, köşede kalmış olan bizim gibi Kürtler için tuhaf görünebilir, ancak geneli temsil eden tabloyla gayet uyumlu bir durum…
Çünkü genelin amacı eğer Türkiyelileşmek ise, bu amaca en iyi hizmeti sunabilecek insan malzemesi de Türk, hatta safkanlısı olanıdır.
Bu saf kan da Huda Kaya ve Fiğen Yüksekdağ gibilerinde yeteri kadar mevcuttur…
11.05.2015
firaterez70@gmail.com