TC Anayasa Mahkemesi’nin tutuklu milletvekilleriyle ilgili aldığı karar, İstanbul ve Diyarbakır’daki mahkemelerde farklı iki şekilde uygulandı. Istanbul mahkemeleri AYM’nin aldığı karara uygun davranıp Mustafa Balbay’ı tahliye ederlerken, Diyarbakır mahkemeleri bu kararı yok saydılar ve BDP’li 5 milletvekilinin tutukluluk hallerinin devamına karar verdiler.
Bu farklı iki uygulamayı ele alan her kes birbirine soruyor.
Neye göre?
Oysa şaşılacak bir durum yok. Her zaman olduğu gibi Türk için pozitif, Kürd için negatif sonuç doğuracak olan Türk hukuk sistemine göre verildi bu kararlar.
Hükümete karşı darbe tertiplemekten tutuklanan, yerel mahkeme tarafından 35 yıl hapis cezasıyla cezallandırılan CHP milletvekili Mustafa Balbay tahliye ediliyor.
KCK’den tutuklanan, haklarında 5 ile 15 yıl hapis cezası istenen BDP’li milletvekillerinin ise içeride kalmaları yönünde karar veriliyor.
Diyarbakır mahkemeleri, AYM’nin aldığı son kararın sadece Balbay için geçerli olduğunu ileri sürüyor ve BDP’liler için emsal teşkil edemeyeceğini gerekçe gösteriyorlar.
Aslında yanlış da yapmıyorlar.
Geçmişten bu güne alışılagelmiş uygulamaları tekrarlıyorlar.
Tek eksiklikleri, verdikleri kararın gerekçelerini gizlemiş olmaları…
Tarihi gerçekler gün gibi ortadayken, AYM’nin aldığı bu kararın Istanbul ve Diyarbakır’da farklı iki sonuç doğurmasına en fazla şaşıran da yine Kürtler oluyor.
Yok efendim, „bu bir sömürge hukukuymuş“, „ancak düşmanlara uygulanabilirmiş“ falan filan…
Peki ya ne zannediyordunuz.
Kürdistan’ın statüsü mü değişti?
Siyasi Kürtlerin Türkiyelileşme hamlesini başlatmalarıyla Kürtler mi özgürleşti?
Türk hukuk sistemi Kürtler için dün nasıl işliyor idiyse, bugün de aynı şekilde işliyor.
Ankara, İstanbul ve İzmir’de uygulanan hukuk ne zaman Diyarbakir, Mardin ve Van’da uygullandı ki, bu gün de aynı şekilde uygulanabilsin.
Üstelik bu çifte standartlı hukuk hikayesi yeni bir hikaye olmadığı gibi, yabancı da değil.
Daha önce duyduğumuz, bizzat içinde yaşadığımız yüzyıllık hikayenin sadece küçük bir parçası.
BDP’lilerle ilgili verilen bu son karar, 1925’de Diyarbakır’da Şêx Seîd ve arkadaşlarına uygulanan hukukun bir devamıdır.
1938’de gecenin zifiri karanlığında kurulan mahkemenin araba farlarının eşliğinde aldığı karar sonucu, yaşı küçültülerek idam edilen Seyit Riza’ya reva görülen adaletin yumuşak bir versiyonudur.
Olağanüstü Hal Yasa’sının hukuki alanda devam ediyor olmasının bir sonucudur.
Evet, adı farklı da olsa, uygulamada bir sömürge hukukudur.
Ama yeni değildir.
Bu ikili uygulama, mevcut yasaların değişmesi ya da demokratikleştirilmeleriyle de sona ermez.
Hatta Kürtlerin tek taraflı Türkiyelileşmeleriyle de, rafka kalkmaz. Aksine bu, sömürge hukukunun meşrulaşmasını sağlar…
Türklerle Kürtlerin kardeşlik hukuku temelinde yanyana yaşamaları ve aynı uygulamalara tabi olmaları için öncelikle Türklerin bir zihniyet değişimine tabi tutulmaları, Kürtlerin de daha fazla Kürt kalmaları gerekir.
Başka bir değişle Kürtler daha fazla Kürtleşerek, Türkler de biraz Kürdistanileşerek eşit ve adil bir birliktellik kurabilir ve çifte standartlı olan her türlü uygulamalara son verebilirler…
Gerisi mi, sadece laf salatası…
16.12.2013
firataras@navkurd.eu