Hiç bir şey göründüğü gibi masum değildir. Bazen masumane bir eylem, ya da bir talep, daha önceden kurgulanan bir senaryanun bir parçası olarak başlar, kimi masumane fragmanlarla beslenir, reklamı yapılır, belli bir algı oluştururlur, ardından da senaryonun bir bütününü yansıtan film devreye girer.
Oluşan algı sonucu kişi, içinde yeraldığı ya da şahit olduğu tüm olaylara belli bir pencereden bakar, o pencerede sadece görmek istediklerini görür, önüne ve arkasına bakmaksızın, oluşan iki benzer olaydan hem sevinç duyar hem de üzüntü…
Seksenli yıllarda iki askeri darbe oldu. Biri Türkiye’de, bir diğeri de Türkiye’de yaşayan çoğu insanın adından başka hiç bir özelliğini bilmediği, haritadaki yerini bile karıştırdıkları başka bir ülke olan, Polonya’da…
Türkiye’deki askeri darbenin mağduru olanlar, kendilerini solcu olarak tanımladıkları için, solculara, işçilere, aydınlara, barış ve demokrasiden yana olan herkesime kan kusturan darbeye karşı çıkıyorlardı. Bu tavırlarında yadırganacak bir yan da yoktu, çünkü mağduru oldukları darbeye karşı çıkmak, kişisel ya da toplumsal çıkarlarının bir gereğiydi.
Polonya’da yapılan darbe de tıpki Türkiye’deki gibi mevcut düzenin korunması adına, oradaki işçilere, kurulu düzenden rahatsız olan kitlelere karşı yapılmıştı. Türkiye’dekinden tek farkı, darbenin ve de darbeyi yapan generallerin isimleriydi.
Tıpkı bugün Taksim’e „demokrasi“ adına ortaya çıkan „90’lı kuşağın“ Tahrir’deki darbeye devrim demesi gibi.
Aynı dertten müzdarip solcular 1980’lerde Polonya’daki darbeci generallere selam durup, onları canla ve başla destekliyorlardı. Çünkü onlar, Polen işçileri sosyalizim karşıtı, darbeyi yapan generalleri de işçı sınıfının biricik iktidarı olan sosyalizmin koruyucuları olarak görüyorlardı.
Tam da bu nedenle Türk ve Kürt solu adam olamadı, geçmişten günümüze bir arpa boyu yol alamadı. Tıpkı bugünkü gibi, geçmişte de aleyhlerine olan kimi olayları, salt enternasyonalizim adına bilmeden, anlamadan alkışladılar. Türkiye’deki darbeden dolayı gözyaşı döktüler, Polonya’daki benzer darbe için ise, sevinç çığlıkları attılar. Bu iki yüzlü tavırlarıyla, hem kendilerini hem de kendilerine güven duygusuyla bağlı olan kitleleri kandırdılar, onları bir daha kazanmamak üzere kaybettiler…
Bir çok şey gibi, böylelikle demokrasiyi de, insan haklarını da, eşitlik ve adaleti de ıskalayıp, toplumun gerisine düştüler…
Bugün de arkalarına aldıkları 90’lı kuşağa daha beterini yaşatmaya çalışıyolar.
Mısır’daki darbeyi devrim diye alkışlarlarken, 30 yıl önceki tavırlarından farklı olarak,Türkiye’de de devrim ve demokrasi adına darbe yapılmasını istiyor, kendi cellatlarını yeni kuşağa kurtarıcı diye pazarlamaya çalışıyorlar…
Bu nedenle Taksim meydanından yerli bir darbe çıkaramadıkları için üzüntü duyuyor, Mısır’ın Tahrir’in de çıkan darbeyle de kendilerini teselli ederek sevinç çığlıkları atıyorlar…
Demokrasi, hak, eşitlik ve adalet adına…
10.07.2013