ABD, İngiltere ve Fransa’dan oluşan üçlü koalisyonun Suriye’ye yapacakları olası müdahalenin ne zaman ve ne şekilde yapılaçağı henüz gizemini koruyor.
Ancak basına yansıyan resmi ya da gayrı resmi açıklamalar esas alındığında, sözkonusu müdahalenin Esad’ı hedef almaktan daha çok, ABD ve Batılı ülkelerin Mısır’daki darbe süreciyle takındıkları tutumdan dolayı, aleyhlerinde oluşan olumsuz algıyı giderme amaçlı olduğu hissini vermektedir.
Eğer amaçları Suriye’de yaşanan katliamlara son vermek olmuş olsaydı, bu güne kadar beklemez, yapmaları gereken müdahaleyi şimdiye kadar yapmış olurlardı. Ayrıca Suriye kadar olmasa da, Mısır’da meşru iktidarı deviren ve kendi halkına karşı silah kullanan darbeyi açık bir şekilde desteklemezlerdi.
ABD ve Batılı ülkelerin bu güne kadar Suriye’de olup bitenlere karşı seyirci kalmaları, hatta kimi zaman takındıkları tutumlarıyla Esad’ın elini güçlendirmeleri, bugün de sınırlı ölçüde bir müdahaleyi düşünmeleri, onların Ortadoğu’daki uzun vadeli çıkarlarının bir sonucudur.
Onların istediği tek şey, bölgedeki ülkelerin birbirleriyle, bölge halklarının kendi yönetimleriyle sürekli olarak sorun yaşamalarıdır.
Bu sorunlar yaşandığı sürece bu ülkelerin bölgedeki devletler üzerinde kurdukları hegemonya devam eder, ekonomik ve siyasi çıkarları olumsuz etkillenmez.
Eğer amaç bu olmamış olsaydı, bugüne kadar şu ve ya bu nedenle müdahale ettikleri ülkelerde istikrarlı ve demokratik yönetimlerin oluşmasına önayak olurlardı. Oysa müdahil oldukları ülkelerde, yanan ateşi söndürmedikleri gibi, verdikleri hava ile dumanı azaltmak şartıyla, yanmakta olan ateşin daha da közleşmesine sebep oldular.
Otuz-kırk yıl geriye dönüp baktığımızda, ABD ve Batılı ülkelerin müdahalesi sonucu kalıcı barışın sağlandığı tek yer, eski Yoguslavya’nın sınırlarını oluşturan bölgedir.
Bunun dışında, özellikle de Ortadoğu ve Afrika’daki hangi ülkeye müdahale etmişlerse, arkalarında bir yıkım bırakmışlardır.
ABD ve Batılı ülkeler, müdahale ettikleri ülkelerde öncelikle kendilerine, mevcut yönetimlerden daha sadık partner arayışına girerler. Büyük ölçüde de bunu bulamazlar, kendilerine uygun partner bulamadıklarında ise, Mısır’da olduğu gibi, çark edip eski yönetimlerle tekrar iş tutmaya çalışırlar. Bu olanağı bulamadıkları yerlerde ise, Afganistan’da olduğu gibi güçsüz yönetimler ve istikrarsız bir ortam yaratıp kalıcı bir kaosun egemen olmasını tercih ederler.
Suriye konusunda güttükleri politika da bundan ibarettir. Suriye’de iç savaşın başlamasıyla kendilerine uygun bir partner arayışına girdiler. Bugüne kadar aradıklarını bir türlü bulamadılar. Tıpkı 90’lı yıllarda Irak’ta yaptıkları gibi bu gün de, Suriye’de eli-kolu bağlı, iç sorunlarından kafasını kaşıyacak zaman bulamayacak bir Esad ile yola devam etmek istiyorlar. Bu nedenle de Esad’ı götürebilecek bir hamleden daha çok, onu terbiye edebilecek sınırlı bir müdahalede karar kıldılar.
Sonuç onların istediği şekilde olabilir mi, onu da daha çok Esad’ın müdahaleye karşı takınacagı tutum belirler.
Esad iktidarda kalma pahasına, koalisyon güçlerinin istekleri doğrultusunda hareket ederse, bugünkü mevcut durum belli ölçülerde devam eder ve bu sürecin kazananlarından biri de Suriye’deki Kürtler, yani Rojava olur.
Esad bir intikam duygusuyla hareket ederse, büyük bir ihtimalle kendisini yakan ateş topunu öncelikle Türkiye’ye atar, Türkiye ise ister istemez kendisini ateş sarmalı içerisinde bulur.
Bu süreçte Kürtlerle birlikte hareket eden bir Türkiye, gerek Esad’ın ve gerekse Batılı ülkelerin kurdukları oyunun dışında kalma becerisini gösterebilir ve oyuna dahil olmadan, bölgede yanan atess sarmalının dışında kalabilir.
Aksi takdirde Kürtlerle karşı karşıya gelerek hem iç te başlayan çözüm sürecinin bitimine sebep olur, hem de kendisini Suriye ile bir savaşın içinde bulabilir ki, bu da, en fazla yine Suriye’ye karşı müdahale kararı alan üçlü koalisyonun işine gelir.
Suriye’de yaşanan kaos, farklı bir versiyonla Türkiye’de yaşanır.
Kürtler ne yapmalı?
Eğer yakın tarihten ders çıkaracaklarsa, Kürtlerin yapmaları gereken tek şey, 90’lı yıllarda Irak’a yapılan müdahale sürecinde Güneyli Kürtlerin takındığı tutumu takınmalarıdır.
Bunun için ise, ideolojik ve de dinsel olarak kimi aidiyetlerini bir tarafa bırakarak ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa, öyle davranmalıdırlar.
Eğer uzun vadede ulusal bir devlete ya da kendi bölgelerinde, kendi kendilerini yönetmek gibi bir istek ve arzuları varsa…
Bunu yapabilecek olgunluktalar mı?
Kuzey ve Rojava Kürtleri için bunu söylemek, şimdilik zor gibi görünüyor.
Yarın ne yapacaklarını ise, ancak Allah bilir…
30.08.2013
firataras@navkurd.eu