Dün, yani 14 Temmuz 2011 de BDP heyeti ile AKP heyeti arasında yemin krizi ilgili Ankara’da yapılan görüşmeler devam ederken, Diyarbakır’dan beklenmedik bir haber geldi.
Diyarbakır’ın kırsal kesiminde çıktığı söylenen çatışmada 13 askerin öldüğü haberi herkesi şaşkına çevirdi.
Haberi okur okumaz ilk aklıma gelen Taraf gazetesinden iki yazarın yazdıkları oldu. Bunlardan biri Emre Uslu, diğeri de Yıldıray Oğur.
13 Temmuz tarihli yazısında Emre Uslu olası provokasyonlara dikkat çekerek şöyle diyor; „Son kaçırma eylemi de Öcalan’ın ‘Barış Konseyi’ kurulsun önerisinin hemen ertesine, yemin krizinin çözüm aşamasına girmesinin hemen öncesine, gergin geçmesi beklenen YAŞ kararlarının arifesine denk geliyorsa o zaman bir kenara not alın derim. Son asker kaçırma olayı yeni bir kanlı çatışmanın mihenk taşı olabilir.“
Emre Uslu’nun yazısının mürekebi daha kurumadan yaptiğı tahmin, bu eylemle gerçek oluyor.
Aynı konuya değinen diğer yazar ise Yıldıray Oğur. Oğur 14 Temmuz tarihli yazısında, Fırat Haber Ajansı’nda çıkan bir haberden hareketle, biraz da ironi yaparak olabilecekleri neredeyse tek tek sıralıyor. Yıldıray Oğur yazısında; „Dün Fırat Haber Ajansı’nın sitesindeki şu manşeti görenlerin yüzünde mutlaka bir tebeşüm oluşmuştur: Hükümet esir askerler için neden suskun?
… Yani “Hey oradakiler, iki askeriniz ve bir doktorunuz kaçırdık, bir şey yapsanıza” diyor bir ses. Bununla yetinmeyip zıplıyor, ellerini kollarını sallıyor, hatta dikkat çekmek için hükümeti askerine sahip çıkmamakla bile suçluyor…“ diyor.
Tıpkı Dağlıca baskını ve benzeri olaylarda olduğu gibi, bu eylemin de kimler tarafından organize edildiği, bu eylemin gerçekleşmesi için nasıl bir hazırlık yapıldığı er-geç ortaya çıkar.
Açık söylemek gerekirse ben de bu tür bir eylemin gerçekleşeceğini bekliyordum, ama bu kadar erken değil.
Provokatif bir eylem olduğuna gelince, buna karar vermek için yapılan gizli görüşme ve hazırlıkların ortaya çıkmasını beklemeye bile gerek yok.
Çünkü;
Daha iki hafta önce Abdullah Öcalan, avukatları aracılığıyla dışarıya, yani Kandil’e, Diyarbakır’a, BDP’ye, Kürtlere mesaj gönderiyor.
„Devletle anlaştım“ diyor.
„15 Temmuz artık geçerli bir tarih değil“ diyor..
„Barış Konseyi kurulsun“ diyor.
BDP’nin parlamentoya gitme kararını her nekadar kendilerine bıraksa da, onlara, hedeflenen yeni anayasannın hazırlanması konusunda inisiyatif almalarını işaret ediyor…
BDP heyeti, parlamentoya dönmek için Ankara’da, Maclis Başkanı ve AKP heyetiyle görüşmeler yapıyor.
DTK Diyarbakır’da toplanmış, 6 saat süren görüşmelerin sonucunda „Demokratik Özerklik“ ilan ediyor…
Aynı gün ve aynı saatlerde ise, Diyarbakır’ın kırsal kesiminden 13 askerin öldürüldüğü, 7 askerin de yarallandıği haberi bomba gibi ortalığa düşüyor…
Sizi bilmem ama, bu olayın kimler tarafından yapıldığı belli ama, bu olayın karar vereni, şimdilik belli değilse bile herkesin ortak tahmini…
Eğer eylemi yapanlar gibi, eylem kararını verenler de Kürt ise, bu Kürtlerin amacı kesinlikle ne Kürt halkının haklarının verilmesi, ne de saygıda kusur etmedikleri, hatta bir tanrı kadar sevdikleri Abdullah Öcalan’ın esaretten kurtarılmasıdır.
Bir tek amaçları varsa o da, Kürt sorunu konusunda ağır ve aksak da olsa atılan olumlu adımların önüne geçmek ve çözüm ışığının belirdiği bir süreçte başta Öcalan olmak üzere, BDP ve DTK’yı da sürecin dışına itmeye hizmet etmekdir.
Abdullah Öcalan‘ın „Barış Konseyi kurulsun“ önerisine , hazırda bekleyen Savaş Konseyi’nin işbaşı yapmasına davetiye çıkartmaktır.
Bu nedenle eylemin kimler tarafından yapılmış olması değil, kime ya da kimlere hizmet etmiş olmasıdır önemli olan…
Bu eylemle birlikte Türk cephesinden savaş naraları atanlar çıkacak, bununla „derincilerin“ bir nebze de olsa nefes almaları, hedeflenen sivil bir anayasanın yapılması engellenmeye çalışılacaktır.
Sürece yön verebilecek aktörlerin bu perspektivle olaya yaklaşmaları, süreci kesintiye uğratmak isteyen „derincilere„ fırsat vermemeleri gerekir…
En çok da Kürt tarafının…
15.07.2011