„Çözüm Süreci“ ile birlikte Türkiye’de en çok konuşulan konu, barış ve demokrasi…
Süreci destekleyenler kadar, sürece karşı olanlar da gerekçelerini bu iki argümana dayandırarak pozisyonlarını konumlandırıyorlar.
Süreci destekleyenler; „Kürtlerle barış olmadan, Türkiye demokratikleşemez“ derlerken, Kürtlerle barışı, demokratikleşmenin önşartı olarak görüyorlar.
Sürece karşı olanlar ise, bu konumlarına gerekçe olarak; „Kürtlerle barışma karşılığında Türkiye demokrasiden uzaklaşacak, ülke tek adam diktatörlüğüne doğru gidecek“ argümanını ileri sürüyorlar.
Her iki kesimin de ileri sürdükleri argümanlar da bir haklılık payı var, ancak öncelikleri ve önyargıları farklı…
Önceliği barışa verenlerin, Erdoğan’a ve AKP iktidarına yönelik herhangi bir önyargıları yok. Barış ve demokrasi konusundaki istemlerinde tutarlı bir yaklaşıma sahipler. Süreçle ilgili kanaatlerini oluştururlarken, AKP iktidarının son 10 yıllık süreçteki icraatlarını ve geleceğe yönelik hedeflerini esas alıyorlar.
Önceliği demokrasiye veren kesimler ise, ileri sürdükleri bu argümanla, aslında Erdoğan ve AKP iktidarına olan karşıtlıklarını perdelemeye çalışıyorlar. Barış sürecinin önüne demokrasiyi bir ön şart olarak koymaları, sadece bir taktikten ibarettir.
„Önce demokrasi mi, barış mı?“ sorunsalını adeta bir, „yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan“ ikilemine indirgmeleriyle, asıl hedefledikleri şey, mevcut statükoyu koruma güdüsüdur…
Hiç kuşkusuz Kürtlerle yapılması düşünülen barışın kalıcı olması ve Kürt sorununun nihai bir çözüme kavuşması, öngörülen barış sürecinin demokratik adımlarla beslenmesine ve Türkiye’de demokrasinin eksiksiz bir şekilde inşa edilmesine bağlıdır.
Ancak bu süreçte Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde atılması gereken kimi adımların yeterli olmayışı, Kürtlerle ya da salt PKK ile yapılan bir barışa engel olarak ele alınmamalıdır.
Kaldı ki, salt PKK ile yapılan bir barış hamlesi bile, tek başına bir demokratikleşme adımıdır. Silahların susması, toplumda bir normalleşmeyi beraberinde getirecek, mevcut statükonun devamı için devletin bugüne kadar ileri sürdüğü kimi gerekçeler kendiliğinden ortadan kalkacak. Bu gün demokrasiye öncelik verenler, eğer söylem ve taleplerinde samimi iseler, onların işi de bir bakıma kolaylaşacak..
Çünkü bugüne kadar gerek Türklerin ve gerekse Kürtlerin her türlü hak arayışı, doksan yıllık cumhurriyet tarihi boyunca hep, savaş koşulları ileri sürülerek ertelendi,
hatta mevcut olan kimi haklar bile, bu nedenle sınırlandırıdı…
Savaş koşulları gerekçe gösterilerek, istiklal mahkemeleri kuruldu. Bu mahkemelerde Kürt halkının ve muhalif kesimin kanaat önderleri sorgusuz sualsiz idam edildiler. Yine aynı gerekçelerle Zîlan’da, Koçgiri’de, Dersim’de toplu katliamlar yapıldı.
Benzeri nedenlerle her on yılda bir yapılan darbeler sonucu toplum yıllarca sıkıyönetim, olağanüstü hal yönetimleriyle idare edildi.
Son 30 yılda işlenen „Faili Devlet“ cinayetlerinin gerekçelerine hep sürmekte olan savaş gösterildi.
„Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir“ dîyen başbakanlar oldu ve onların bu söylemleriyle devletçe yapılan katliamların üstü örtüldü.
Bu gün sürmekte olan sürecin demokrasi ayağı eksiktir diye devletin Kürtlerle barışmasını yeterli bulmayanlar, ilginçtir, dün savaşı gerekçe göstererek, mevcut olan hakları bile rafa kaldıranlarla aynı safta yer alıyor, önce demokrasi diye haykırıyorlar…
1938’de Dersim’de yaşananlarla ilgili bir konuşmasında; „Savaş koşullarında bu tür şeyler olabilir“ diyen Kılıçdaroğlu ve onun kuyruğuna takılanlar, bu gün, önce demokrasi demekle gerçekten demokrasiyi mi, yoksa savaşın devamını mı istiyorlar?
Endişeli Sendikalar, 90’lı yıllarda greve giderlerken, karşılarına çıkan askerlere; „Asker Şırnak’a“ sloganıyla karşılık veriyorlardı. O gün Kürtleri askere hedef göstermekle Türkiye’ye demokrasinin geleceğini mi düşünüyorlardı?
Yoksa bu güne kadar „Savaşa Hayır“ diye atıkları sloganlar hep bir taktikten mi ibaretti?
Bu nedenle gerçek yüzlerini, demokrasi, insan hakları ve barış maskeleriyle perdelemeye çalışan sahte demokratların, bu süreçle ilgili söylediklerini artık kimse ciddiye almıyor.
Çünkü onlar dün, Türkiye’nin demokratikleşemesi önünde sürmekte olan savaşı, bu gün de yapılması düşünülen barışın önünde demokrasi eksikliğini gerekçe göstererek, aslında kendilerine biçilen rollerini oynamaya çalışıyorlar…
Ancak bu kez başarılı olamayacaklar…
Çünkü ne sahne eski sahne, ne de seyirciler eski seyirci!..
09.05.2013
firataras@navkurd.eu