Hatırladığım kadarıyla yıl 2003 ya da 2004 olmalı. Başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra Erdoğan, ilk yurtdışı gezilerinden birini Avusturya’ya yapmıştı. Bu gezi esnasında Avrupa’nın değişik kentlerinde yaşayan ve Erdoğan’a gönül bağıyla bağlı olan bir çok kişi Avusturya’nın başkenti Viyana’ya akın etmiş, Erdoğan ile görüşebilmek için, onun kaldığı otelin salonlarında saatlerce sıralarını beklemişlerdi.
Onca çabalarına rağmen Erdoğan ile görüşemeyenler, Erdoğan ile aynı fotoğraf karesinde yeralma ve ona dokunabilme umutlarını; „inşallah bir başka sefere“ diye ertelerken, eli boş dönmeyenler de Erdoğan’a ne kadar yakın olduklarını dosyalarının arasında eksik etmedikleri fotoğrafı her fırsat bulduklarında çevrelerine göstererek, işin tadını çıkarıyorlardı….
Bunlardan birisi de o dönemde Erdoğan’a çok yakın ve hatta demokrasi ve insan hakları konusunda ona danışmanlık yapanlardan birisinin birinci dereceden yakınıydı.
Farklı düşüncelere sahip olmamıza rağmen ortak bir arkadaşımızın aracılığıyla tanıştığım bu kişiyle zaman zaman görüşüyor ve başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’nin çeşitli sorunları üzerinde sohbet edip düşünce alışverişinde bulunuyorduk.
O, milli görüş geleneğinden geldiği için Erbakan’ı terk etmiş, tüm umutlarını Erdoğan ve arkadaşlarının kurmuş oldukları AKP’nin izlediği politikalara umut bağlamıştı. Erdoğan’ın Kürt sorunu konusunda Özal gibi düşündüğünü ve hatta Özal’ın bıraktığı noktadan alıp sonuçlandıracağını ileri sürüyordu.
Ben ise, Erdoğan’ı Özal’a göre korkak ve ufkunun dar olması itibariyle bu işe el atamayacağını atsa bile, fazla ileri götüremeyeceğini iddia ediyordum.
Viyana dönüşünden sonraki görüşmemizde bana Erdoğan ile aynı karede yeraldığı fotoğrafı cebinden çıkarıp gösterdikten sonra, Erdoğan ile ilgili düşüncelerimi çürütmek için bir çok argüman ileri sürdü. Daha sonra sözü Erdoğan ile olan görüşmelerine getirdi ve şöyle dedi:
Hemen hepsi Milli Görüş’e mensup olan ona yakın kişi olduklarını, Erdoğan‘ın onlara bir saate yakın bir zaman ayırdığını ve kendileriyle yaptığı bu sohbet esnasında söz demokrasi ve Avrupa Birliği ile ilgili sorunlara gelince, Erdoğan’ın özet olarak kendilerine; „ne demakrasiye ne de Avrupa Birliğı’ne aşık değiliz. Ancak demokrasi ve Avrupa Birliği üyesi olmak için gece gündüz demeden, eşek gibi çalışacağız, çünkü ortak çıkarlarımız bunu gerektiriyor“ dediğini söyledi…
Bu görüşmemizin üzerinden yaklaşık 8-9 yıl geçti. Gerçekten de birinci ve ikinci AKP hükümetleri döneminde demokrasi, Kürt sorunu ve Avrupa Birliği konusunda önemli adımlar atıldı. Bu icraatları nedeniyle kimi siyaset uzmanları tarafından, AKP’nin aslında sol bir karektere sahip olduğu yönünde belirlemeler yapıldı. Kimileri tarafından da tüm bu yapılanların Erdoğan’ın sistemden öç alma duygusunun bir sonuçu olarak izah edildi…
Doğrusu yılar önce Erdoğan’ın demokrasi ve Avrupa birliği ileilgili değerlendirmesi, Erdoğan’dan çok bana bunları anlatan kişiye ait olduğunu düşünmüş ve çok fazla önemsememiştim.
Ancak bugünden geriye baktığımda yanıldığımı düşünüyorum. Çünkü Erdoğan, kendi deyimiyle 10 yıl önce de demokrat değildi, bugün de değil…
Erdoğan 10 yılönce de Avrupa Birliği’ne sempatiyle yaklaşmıyordu, bu gün de sempati duymuyor.
Erdoğan 10 yıl önce de Kürtleri kardeş olarak görmüyordu, bu gün de görmüyor…
Eğer Erdoğan son on yıl içinde Kürt sorunu, demokrasi ve Avrupa Birliği konularında kimi olumlu adımlar attıysa, bunlar, Erdoğan’ın kurguladığı kimi amaçlarının gerçekleşmesine zemin oluşturduğu içindir.
Erdoğan nihai hedeflerine bire bir ulasmadıysa da, bugün o hedeflerin çoğuna ihtiyaç duymayacak bir konumda…
Dolayısıyla bunca yol katetmişken, Erdoğan’ın değiştirmeye çalıştığı sistemin savunucusu durumuna düştü sorusunun cevabı, çıraklık dönemide Viyana’da yakın çevresiyle yaptığı sohbette ifade ettiğı o çümlede gizli…
On yıl önce çırak olarak başladığı işte ustalaşmasının önünde engel olarak gördüğü her kururmu birer birer dize getirdi.
„Takunyalı“ diye kendisiyle dalga geçen orduya çeki düzen verdi.
Bir şiir okuduğu için kendisini zindana atan yargının tüm iplerini ele geçirdi.
„Muhtar bile olamaz“ diyen basını dönüştürdü, hatalarını bile erdem sayan yeni bir merkez medya yarattı…
Polisi, MIT’i, İTİ kendisine bağladı…
Üstalığını ilan ederek, adını dünya liderleri arasına yazdırmayı da başaran Erdoğan, bu gün kendisini, birbirinden meşakatli olan Kürt sorunu, demokrasi ve Avrupa BIrligi ile ilgili sorunlarla niye yorsun ki…
Erdoğan’ın 10 yıl önce sarfettiği bir iki cümleyi bana aktaran tanıdığıma ne oldu diye sorarsanız, o da şu an Ankara’da önemli bir kurumun başında, tabi Erdoğan’ın „ortak çıkarlarımız“ dediği o çıkarların gerçekleşmesinin doğal bir sonucu olarak…
Biz ne yapıyorz?
Hala Erdoğan’ın demokrat olup olmama ihtimalini tartışıyoruz…
15.01.2012
firataras@navkurd.eu