Ögrencilik yıllarında herhangi bir arkadaşımızın bir haksızlığa uğraması durumunda, kendisini teskin etmek, bazen de dalgamızı geçmek için sıkça kullandığımız bir cümle vardı.
„Üzülme be kardeş, tecrübe; yenilen kazıkların bileşkesidir“ derdik.
Tecrübe, salt yenilen kazıkların bileşkesi olmasa da, bir insanın yaşamındaki artı ve eksilerinin, yani hata ve başarılarının toplam bir bilançosudur.
Kimisinin bilançosunda artılar, kimisinin de eksiler fazla olabilir ki, bu da gayet doğaldır.
Aynı durum, siyasal, sosyal ve toplumsal örgüt ve organizasyonlar için de geçerlidir. Çünkü bunları yöneten, bu kurumlara mensup olanları yönlendirenler de, sonuçta hayat bilançoları eksi ve artılardan ibaret olan insanlardan oluşuyor.
Gerek tek tek bireyler olarak ve gerekse kurdukları kurumlar olarak, Kürtlerin hayat bilançolarındaki eksilerin artılardan daha kabarık olduklarını düşünüyorum.
Kuşkusuz, bu konuda elimde somut bir veri yok. Böyle düşünmeme neden olan, Kürtlerin olaylara bakış açıları, kişi ve kurumların söylem ve eylemlerine yönelik ezbere ve önyargıya dayalı değerlendirmeleri ve en önemlisi de, yaptıklarıyla hatalarını her seferinde tekrarlamalarıdır.
Kimi zaman kabullenmelerine rağmen tekrarladıkları bu hatalarına yine her seferinde kendileri dışında çeşitli bahaneler bulup gerekçelendirmeleri ve pîr û pak olduklarına dair kendilerini inandırmalarıdır.
Özellikle sol siyasetle işe başlayanların sıkça kullandıkları bir söylem var; „yeniden dünyaya gelirsem yaşadıklarımın aynısını yaşamayı tercih ederim“ diye.
Bu söylemde her ne kadar bir övgünün olduğu görülse de, övgüden daha çok kişinin yaptığı hataları kabullenme gücünü kendisinde görmeyen, salt bu nedenle de olsa aynı hataları bire bir tekrarlayacağının ince bir ittirafı var.
Mesela solcu bir partinin söylem ve eylemlerini sorgulamadan, peşinen doğru kabullenmek.
Bir yazar, şair, sinemacı, tiyatrocu ve müzisyenin eserinden ziyade, onu, -varsa eğer- siyasal düşünce ve ya siyasal eğilimine göre değerlendirmek.
Kendimize yakın bulduğumuz insanların eksikliklerini, yetersizliklerini görmemezlikten gelmek.
Kısacası, bize daha önce ezberletilen bir yolu, gözümüzü kapatırcasına, sağ ve solumuzdaki güzelliklere bakmadan, bir hayat boyu yürümek gibi…
Şimdi bir solcu Türk ve ya Kürt arkadışıma sorsam, Mustafa Altıoklar mı, Timur Selçük mu?..
Tahminim, yüzde doksan Timur Selçuk’un solcu, aydın, halkın sanatçışı, devrimci-demokrat, yurtsever ve aynı zamanda halkların kardeşliğine inanan enternasyonalist biri olduğunu, belki daha bilmediğim başka sıfatları da kullanarak tanıtır.
Mustafa Altıoklar ise, „o da kim“ diye önce bir güzel dalgasını geçer. Daha sonra, saç ve sakalını uzatmakla kendisini büyük sinemacı diye kitlelere pazarlayan, halka tepeden bakan entel, liboş v.s. gibi kavramlarla aşağılar.
Oysa gerçek hayat hiç de öyle demiyor.
Balçiçek İlter’in Haber Türk deki programına çıkan ve Kürt sorununda esaslı bir çözüm için çok cesur olunması gerektiğini vurgulayan Altıoklar, olaya bir Kürt olarak bakılması gerektiğini, Kürt ve Türk toplumlarının kaynaşamadığını, kaynaşmak yerine asimilasyon uygulandığını söylluzor. Altıoklar, “Ben Kürt olsam tam bağımsızlık isterdim. Tam bağımsızlık için savaşırdım. Savaşmak derken çok ciddi vir siyasi mücadeleden söz ediyorum. Eğer bu ülkenin adı Kürdistan olsaydı, ben bir Türk olarak dilimi konuşamasaydım, kimliğim yasaklansaydı, asilmasyona tabı bırakılsaydım kesinlikle tam bağımsızlık isterdim. Hatta dağa çıkmaksa belki dağa bile çıkabilirdim….“ diyor.
Peki ya aynı program da, halkların kardeşliğine inanan enternasyonalist ve devrimci sanatçı olan Timur Selçuk ne diyor, ona bir bakalım.
“Türk Kürt ayrımı ne demek? Ahlaklı vatandaşlar olalım, elele verip bir ayağa kalkalım. Şu anda Türkiye genç ve güzel bir kız gibi. Herkes onu becermek istiyor. Dış güçler tetikte” ifadesini kullanıyor.
Birisi sanatçı duyarlığıyla, haksızlığa uğrayan, dili ve kültürü asimile edilen, baskı ve zulüm altında inleyen bir halkın sorununa empati ile yaklaşarak, halkların kardeşliğine zemin oluşturabilecek bir çözüm öneriyor.
Bir diğeri ise, haksızlığa uğrayan, dili ve kültürü asimile edilen, baskı ve zulüm altında inleyen aynı halka karşı, dünden bugüne alışılagelen hikayeleri, utanmadan bir çözüm olarak öneriyor, ustaca kullandığı kavramlarla…
Sizi ve geçmişte yedikleri kazıklardan ders çıkarmayan, kurdukları her cümlenin arasına, gerekli ve ya gereksiz, „değişim“ kelimesini yerleştrimelerine rağmen, 30-40 yıl önce söylediklerini tekrarlamaktan ve bulundukları noktada bugün hala durmuş olmaktan dolayı gurur duyan Kürtleri bilmem, ama ben, tercih yapma durumunda kalırsam, siyasal düşünceleri ve yaşama bakış açıları ne olursa olsun, Mustafa Altıoklar gibi Türklerle aynı havayı solarım.
Timur Selcuk gibilerine gelince, solcu oldukları için geçmişte kendileriyle ortak bir paydaya sahip olduğumdan dolayı, sadece pişmanlık duyuyor ve bunu da tecrübe edinmeme katkı yapan kazıklardan biri olarak hayatımın bilançosuna eksi olarak yazıyorum…
01.10.2011