Bitlisli bir arkadaş anlatmıştı.
Altmışlı ya da yetmişli yıllarda Bitlis merkezde sadece bir açıkhava sineması varmış. Gecikmeli de olsa, Bitlis’e gelen yeni filimleri seyretmek için Bitlisliler, bu açıkhava sinemasına akın ediyorlarmış.
Tüm sinemalarda olduğu gibi Bitlis’teki açıkhava sinemasında da filimler matine suare olarak, gündüz saat 11.00 den gece saat 23.00 kadar oynatılıyormuş.
Ancak diğer şehirlerdeki sinemalardan farklı olarak, açıkhava sinemasına giden seyirciler, bir türlü filmin sonunu göremiyorlarmıs. Filmin sonunu izleyebilmeleri için gündüz saat 11.00 den gece saat 23.00 e kadar beklemeleri gerekiyormuş ki, bu da, pek fazla kişiye nasip olmuyormuş.
Bunun nedenini bilmek için, ya o dönemi yaşayan Bitlislilerden biri olmak, ya da o dönem ile ilgili hikayeyi yaşayan bir Bitlisliden duymuş olmak gerekir.
Ben yaşamadım, ancak o dönemi yaşayan bir Bitlisliden duydum.
Bu olayı bana anlatan arkadaşın dediğine göre, sinemanın açıldığı ilk matineye giren izleyiciler, sırasıyla perdeye yakın yanyana dizilen tahta sandalyelerden başlayarak geriye doğru yerlerini alıyor, filmin durumuna göre ağlayabilmeleri ihtimaline karşı bir ellerinde hazırda bulundurdukları nakışlı bez bir mendil, diğer ellerinde ise, içinde film esnasında çıtırtacakları siyah çekirdek dolu kağıttan yapılmış bir kese…
Adı açıkhava sineması ya, bahçenin en arkasında ve biraz da yükseklikte kurulan makinist odası yeralıyormuş. Seyirciler yerlerini aldıktan sonra, makinist de filmi gösteren makinanın başına geçiyor, önce filmi yansıtacağı perdeyi aşağıya doğru sarkıtıyor, ardından da filme startı veriyormuş. Filmin başlamasıyla birlikte seyircilerden kısa süren bir alkış, ardından da derin bir sessizlik…
Üç-beş dakkika sonra, seyirciler filme daha konsantre olamamışken, sinemanın giriş kapısından, ceketlerini omuzlarına atmış, ellerindeki tespihleri ustalıkla şakırdatan bir grup yeni seyirci içeri dalıyormuş.
Grubun başındaki kişi, şöyle bir etrafı kolaçan ettikten sonra, yüzünü makinist odasına çevirip, avazı çıktığı kadar; „Ulen makineeest, al başe!“ diye bağırıyormuş.
Bunun üzerine makinist filmi geri sarmaya başlıyor, gelen yeni grup da, filmi baştan itibaren seyretmek üzere sinemadaki yerini alıyormuş. Filmin başa alma işlemini başarıyla yerine getiren makinist, filmi bir kez daha baştan başlatıyormuş.
Derken, üç-beş dakkika sonra yeni bir grup daha içeriye dalıyor ve yine aynı ton ve aynı tarzdaki bir haykırışla film yeniden kesiliyor, al başe işlemi, bir kez daha tekrarlanıyormuş…
Her üç-beş dakkikada gelen yeni grupların isteklerini çaresiz bir şekilde yerine getiren makinistin sayesinde, gündüz 11.00 de başlayan film, ancak gece 23.00 de sona eriyormuş.
İşi gücü olmayıpta 12 saatini tahta sandalyeler üzerinde geçiren seyirciler ancak filmin sonunu seyredebiliyor, geriye kalan büyük çoğunluk ise, „Ne gönlümüzce ağlayabildik, ne de filmin sonunu görebildik“ deyip, kör pişman sinemadan ayrılıyorlarmış…
Kisadan hisse…
Kürdistan, adeta Bitlis’teki açıkhava sinemasına dönüşmüş…
Makinist koltuğunda Kürt siyasetcileri…
Kürtler ise, görmek istedikleri filmin sonunu bir türlü göremeyen Bitlisli sinema seyircileri…
Bir taraftan, diledikleri gibi bir sonuçla bitecek bir sürece ortak olmak için, adeta bir şölene gider gibi alanlara çıkan halk…
Diğer tarafta onların nabzına göre bir söylem tutturmaya çalışan kürsüdeki siyasetçiler…
Halkın kendilerine gösterdiği ilgiden memnuniyet duyan siyasetçiler, daha üç-beş cümle sarfetmeden, birileri alana daliyor ve „Ulennnn al başe!“ diyor.
Manzarayı gören siyasetçiler, kendilerine karşı gösterilmiş olan ilgiden duydukları hazzı daha tadamadan, filmi başa sarmak zorunda kalan makinistin çaresizliğiyle, sarfettikleri üç-beş cümleyi geri yutkunmaya çalışırlarken, siyasetçilerin söylemleri ile o söylemleri onlara geri aldırtanlar arasında kalan halk ise, sürecin nasıl ve ne şekilde sonuçlanaçağının merakıyla ne içinden geldiği gibi ağlıyabiliyor, ne de bir gün gönlünce gülebiliceğinin hayalini kurabiliyor…
24.01.2015