Her toplum gibi, Kürt toplumu da çeşitli sınıf ve katmanlardan oluşuyor.
Toplumu oluşturan her sınıf ve katmanın kendine göre bir ideolijisi, dünyayı algılayış tarzı vardır.
Her birinin talep ve özlemleri birbirinden farklıdır.
Kürtlerin de sosyalisti, kapitalisti, olperesti, milliyetçisi v.s. vardır ve bundan böyle de hep var olacaklardır.
Kürtlerin diğer toplumlardan tek bir farkı ise, kendilerine ait ulusal bir develete sahip olmayışlarıdır.
Bu eksikliğin giderilmesi için, genel olarak toplumun tüm kesimlerinde bir talep olmakla birlikte, bu talep, dönem dönem arka plana itilmekte ve sınıfsal ya da dinsel çıkarlara feda edilmektedir.
Tıpkı bugün olduğu gibi…
Kendilerini sol ve sosyalist olarak tanımlayanlar, bugün bile varolmalarına kaynaklık eden bu talebi redederek, ya da ilkel bularak, bunun yerine, bugüne kadar hiç bir şart altında eşit olmadıkları, bundan sonra da olamayacakları Türk, Arap ve Farsların kardeşliğini ikame ediyorlar.
Kapitalistler, daha fazla kar hırsıyla, geleceklerini globalizm üzerine inşa etmeye çalışıyorlar.
Olperestler, inançları gereği, farklı toplumlara mensup olan benzeşleriyle kader birliği etmişçesine, hareket ediyor, bu dünyadan çok, ahirete dayalı bir geleceğin peşindeler.
Milliyetçileri ise utangaç rolünü oynuyor ve bu utangaçlıklarını gizlemek için, yeri geldiğinde Kuran’a, Kapital’e ve paraya el basarak, yemin billah ediyorlar.
Bir ulusun bireyleri olarak ortak vatan ve ortak bir develete sahip olma paydasında biraraya gelemedikleri için de, her geçen gün paramparça oluyor ve tek taraflı olarak birilerini kendilerine kardes, yoldaş ya da dindaş ilan ediyorlar…
Oysa ne sosyalizmin, ne dinin ne de sermayenin devletleşmeyle bir sorunu var.
Aksine, dünyada ilk kez „Ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını“ şiar edinen sosyalistlerdir.
Yine kendine güvenli bir liman edinmek için ulusal devletlerin kurulmasına öncülük eden ve o devletleri kurup yönetenler de burjuvalardır.
Dine gelince, bugüne kadar gelmiş geçmiş hiç bir dinin ulusal devletlerin kurulmasına karşı geldiği de görülmemiştir.
Aksi takdirde, dünya bir kaç devletten ibaret kalırdı.
Oysa dünya haritasına baktığımızda, biri Yahudilerin olmak üzere, Hristiyan ve Müslümanlara ait olan yüzlerce devlet var.
Hakeza aynı durum ideolojiler için de geçerlidir. Eğer dünyadaki tüm sosyalistler, Kürt sosyalistleri gibi düsünmüş olsalardı, o zaman da belki dünya da sadeceiki devletten bahsedilebilinirdi, bir dünyadaki tüm sosyalistlerin devleti, bir diğeri de sosyalist olmayanların…
Ya da biri kapitalistlerin devleti, bir diğeri de işçi sınıfının devletinden ibaret olurdu dünya…
Dolayısıyla eğer bu gün Kürtler siyasal, dinsel ya da sınıfsal kimliklerinden dolayı ulus devlete karşı çıkıyorlarsa, ortaya çıkan sakatlık, onların dünya görüşlerinden ya da dini anlayışlarından kaynaklanmıyor.
Başka bir deyişle sakat olan, ideoloji ve de din değil, Kürtlerin bizatihi kendileridir…
Aksi takdirde, bu gün; „Biz bugün ulus devlet kurma fikirni çöpe attık“, „Ulus devleti savunmuyoruz, kurulacak Bağımsız Kürdistan kölelikten başka bir şey değildir“ diyenlere karşı, bir nebze de olsa milli duygulara sahip olan Kürtler, utangaçlıklarını bir kenara bırakır, seslerini daha gür bir biçimde çıkarmak şartıyla devlet kurma taleplerini dillendirirlerdi…
Ancak bir kaç cılız sesten başka kimsede tık yok…
Çıkan sesler de, kendi isteklerini açıkca dillendirmekten uzak ve alışılagelen klasik eleşitirilerden ibaret…
Oysa sorun, birilerin bizim adımıza ne isteyip istemediği değil, asıl sorun, bizim ne istediğimiz ve bunun için ne yaptığımızdır…
Velev ki devlet kurmak köleliktir, dolayısıyla Kürtlerden başka ulusal devletlere sahip olan tüm halklar da köle iseler, Kürtlerin de köle olma hakkı yok mu?
Ey devlet isteyen Kürtler, gelin biz de köle olma hakkımızı kullanalım…
Eğer birileri de mevcut hallerinden memnunlarsa, bırakalım onlar da efendi rolünü oynamaya devam etsinler…
19.07.2014
firataras@navkurd.eu