Kürt sorunu denilince, devletin haksız uygulamalarından kaynaklanan ve Kürtlerin mağdur olmalarına neden olan bir tablo akla gelir.
Yani bir taraftan devlet ve devletin haksız uygulamaları, diğer taraftan ise Kürtler ve onların mağduriyetleri.
Peki hangi devlet?
Ya da kimin devleti?
Bu iki soruya cevap olabilecek bir kavramın, bugüne kadar, özellikle de Kürtler tarafından kullanıldığına hiç şahit olmadım. Ne zaman ki bu devletin asli vatandaşları sözkonusu olduğunda, hemen birileri çıkıp, „Türk halkıyla hiçbir sorunumuz yok, olamaz da. Bizim sorunumuz sadece devletle ve devletin yanlış politikalarıyladır“ dediler.
Bugün de aynı şey Türkler tarafından, ama farklı bir versiyonla tekrarlanıyor.
Tıpkı Kürtlerde olduğu gibi, Türklerin de en barış sever, en humanist ve entelektüel kesimleri, en ufak bir olay karşısında; „aslında bizim geçmişten günümüze Kürtlerle hiçbir alıp veremediğimiz yoktu. Ne olduysa bu `terör örgütünün‘ ortaya çıkmasıyla oldu“ diyorlar.
Anlayacağınız mevcut tabloya göre, ne Kürtlerin ne de Türklerin bu olup bitenlerde bir kabahati var.
Ortada bir suç ve kabahat varsa, Türklere göre bu suç ve kabahatin müsebbibi PKK, Kürtlere göre ise devlettir.
Peki devlet ile PKK kimlerden oluşuyor, bunu soran, sorgulayan yok.
Son dönemde artan şiddet olayları nedeniyle sıkça Kürt – Türk kardeşliğiyle ilgili hikayelere tanık oluyoruz.
Türklerin, Kürtlerle nasıl sorunsuz bir şekilde yaşadıkları, huzur içinde birlikte aynı mekanı nasıl paylaştıkları, hatta aynı karavandan çıkan yemekleri nasıl bir iştahla kaşıkladıkları, biraz da abartılarak, en ince detaylarına kadar anlatılıyor.
Tarhan Erdem de, 22 Eylül tarihli Radikal Gazetesi’ndeki köşesinde böylesi hikayelerin anlatıldığı bir sohbet toplantısından bahsediyor.
Toplantı Ankara Kılcahamam’da ki bir otelde gerçekleşiyor. Toplantıya katılanlar ise 1958 İTÜ mezunları. Yani, 53 yıl önce Türkiye’nin en iyi üniversitesinden mezun olup, bu güne kadar birçok önemli projeye imza atan ve yasları 70’işin üzerinde olan bu seçkinlerin kendi aralarındaki bir günlük sohbetinden bahsediyor, Tarhan Erdem.
Uzun bir alıntı ile bu seçkinlerin Kürt sorunu hakkında ne düşündüklerini öncellikle aktarmak istiyorum.
„Karayolları,Devlet Su İşleri (Süleyman Demirel de hem İTÜ mezunu hem de Devlet Su Işleri Genel Müdürlüğü yapmıştı F.A.), Demiryolları gibi devlet kurumlarıyla, büyük inşaat şirketlerinde genelmüdürlük, yönetim kurulu başkanlığı yapmış olan sınıf arkadaşlarım çoktur.
Yaşları 75’i geçmiş bu insanlara, pazartesi günü , „Kürt meselesi nedir? Nasıl Cözülür?“ konusunu konuşmayı önerdim. Bir çoğu eşiyle birlikte dört saat süren görüşmeye katıldı; yaşadıklarını, gördüklerini ve değerlendirmelerini naklettiler. Ilk konuşanlar,meslek hayatlarının ilk yıllarında şantiyelerden örnekler verdiler. Kürt-Türk ayırımı olmadan birlikte çalışma huzurunu anlattılar.
(….) Kürtlerin isyan etmelerinin bir nedeni bulunamayacağı, ayırımcılık iddiasını dile getirenlerin kendilerine haksızlık yaptıklarını söyleyen dostlarım oldu, Yaşamı boyunca, çevresindekilerden kimin Türk, kimin Kürt olduğunu bilmeden çalışmış arkadaşımı, ayırımcılık ve eşit hak konuları adeta çılgına çeviriyordu: Böyle bir ayırım yoktu,memur tayininde, seçimlerde, hizmet dağıtımında Kürt ayırımı yapılmamıştı!“
Sizi bilmem ama, ben bu seçkinlerin söylediklerinde bir terslik, hatta en ufak bir yanlışlık görmüyorum. Şantiyelerde huzur içinde birlikte yaşıyorlardı, çünkü bahsettikleri dönemde bugün kardeş diye tanımladıkları Kürtlerin varlığı dahi inkar edilyordu.
Çevrelerinde kimin Kürt, kimin Türk olduğu bilinmiyordu, çünkü bu seçkinler, çevrelerindeki herkesi Türk kabul ediyorlardı, eğer var idiyse Kürt olan arkadaşları, onlarda bir kaza ve belaya uğramamak için kendilerine en yakın gördükleri Türk arkadaşından bile kimliklerini gizlemek zorunda hissediyorlardı.
Huzur içinde birarada yaşıyorduk diyen bu seçkinlerimizi, bu gün dile getirilen eşit hak konusu, onları çılgına çeviriyormuş diyor, Tarhan Erdem
Tarhan Erdem’in bahsettiği bu kesim dikkat ederseniz sıradan insanlardan oluşmuyor. Cumhurriyet ile yaşıt olan bu seçkinler, aynı zamanda Türk toplumunun ilk elit kuşağı olmaları itibariyle de, dünden bugüne Kürt sorununa bakış açıları çok önemlidir.
Cumhurriyet ile yaşıt, seçkin bir eğitimden geçmiş, yarım asrı aşkın bir zaman diliminde toplumun önemli birimlerinde yöneticilik yapmış, 75 yıllık hayat tecrübesine sahip bu insanlar bile, geçmişte yaşanmış kimi bireysel hikayelerden hareketle, Kürt sorununa yaklaşıyorlarsa, bence bugüne kadar yaptıklarından dolayı devlete de fazla haksızlık yapmamak gerekir.
Böylesine seçkinlerin mensubu olduğu bir halkın oluşturduğu devletin , kendisini farklı tanımlayan kişi ve kesimlere karşı uygulayacağı en iyi politika da olsa olsa, toplu imha olabilir…
Türk Devleti de geçmişten günümüze Ermenilere, Kürtlere, dinsel azınlıklara karşı bunu yapmıştır… Yani bu seçkinlerin oluşturduğu toplumun kendisine verilen görevi, hakkıyla ifa etmiştir…
Yeniden sormak gerekirse, acaba Kürt sorunu sadece devletin haksız uygulamalarından kaynaklanan bir sorun mudur, yoksa aynı zaman da bir Kürt-Türk sorunu mu?..
Bugün karşılaştığımız şiddet eylemlerinin tahlilinden önce, hem Türklerin, hem de Kürtlerin bu soruyu birkez daha, tüm detaylarıyla düşünmesi gerekir…
23.09.2011
firataras@navkurd.eu