Barış ve demokrasi, Kürt siyasetçilerinin en çok kullandığı iki kavram.
Üstelik her iki kavramın da içini doldurmadan, her iki kavramın da ruhuna uygun hareket etmeden, bu kavramları rastgele bir şekilde ve olur olmaz her yerde, bonkörce kullanıyorlar.
Örneğin bir dernek ya da bir parti kurarlarken, kurdukları bu parti ya da derneklerin isimlerinde bu iki kavrama mutlaka yer verirler.
Eğer başkaları bu iki kavramı, barış ve demokrasi …. şeklinde kullanmışsa, onlar bu sıralamayı değiştirerek, demokrasi ve barış …. olarak kullanırlar.
Bu isim adı altında kurdukları kurumlarda, birlikte çalıştıkları kimi yol arkadaşlarının en basit bir konudaki düşünce farklılığına bile tahamul etmezler.
Kırk yıllık hukuklarını bir tarafa iterek, bir anda onları hain ilan eder, güçleri oranında cezai müeyyidelere basvururlar.
Tüm toplum kesimlerinin avukatlığına soyunur, ama ortaklaştıkları kişilerin hakları sökonusu olunca, onları ihlal ya da gasp etmekten geri durmazlar.
Örneğin, teorik olarak kadın haklarını savunur, hatta bunun için alanlarda slogan bile atarlar, ama yeri geldiğinde eşlerine dayak atmayı da, erkekliğin bir raconu olarak görürler.
Ezilen bir sınıf olarak işçiden ve emekçiden yana bir söylem tutturur, ona göre teoriler geliştirirler, ama kendi hizmetlerinde çalışan bir xulamları varsa, onları karın tokluğuna gece gündüz demeden çalıştırırlar.
Dünyada ezilen tüm halklar için barış ve demokrasiyi eksiksiz bir şekilde isterler, bunun için olur olmaz her yerde nutuk atarlar. Mensubu oldukları halk söz konusu olunca, aralarındaki nüans farklılığından hareketle, aynı anne ve babadan olan kardeşlerini hain ilan edip, onlarla savaşmayı bile göze alırlar. Bu savaştaki haklılıklarına kılıf uydurmak için de binbir dereden su taşırlar.
Önder, ya da lider olarak gördükleri kişilere bir mürid edasıyla biat edip, ona kayıtsız ve şartsız olarak iradelerini teslim etmeyi, barış ve demokrasi adına mücadele etmenin bir gereği olarak adlandırırlar. Kendileri gibi düşünmeyen bir grubun, ya da bir tolumun lider ya da önderinin en sıradan bir istem ve eylemini bayraklaştırıp, onu dünyanın gelmiş geçmiş en büyük diktatörü olarak ilan ederler.
Bunun için her seferinde ters köşe olur, ama yine de bir ders almazlar, bu son süreçte oldukları gibi.
Tüm bunlara örnek mi istiyorsunuz, bugünkü Taraf Gazetesi’ni alın, Neşe Düzel’in BDP eşgenel başkanı Selahattin Demirtas ile yapmış olduğu söyleşiyi okuyun.
Söyleşinin son bölümünde Neşe Düzel soruyor, Selahattin Demirtaş’da ona bir demokrat edasıyla cevap veriyor.
„AK Parti, anayasada başkanlık sistemini getirmek istiyor ama Öcalan da bu başkanlığı destekleyeceğinizi söyledi. Barışla başkanlık arasında nasıl bir bağ var?
Hiçbir şekilde bir bağ yok. Barışın şartı başkanlık değildir ve böyle bir şey olamaz. BDP eşbaşkanı olarak açık söyleyeyim. Anayasada özerk Kürdistan deseler, Kürtçe anadilde eğitim serbesttir diye açıkça yazsalar ve bunun karşılığında da anayasanın bir maddesinde baskıcı-otoriter bir başkanlık sistemi yazsalar, biz o anayasaya evet demeyiz. Daha nasıl açık söyleyeyim ki! Tek adamın yönettiği bir ülkeye barış gelmez. Dünyada tek adam sisteminin olduğu hangi ülkeye barış gelmiş ki? Esad’ın bir sürü yetkisi var. Ülkesinde barışı sağlayabiliyor mu? Barışı sağlayacak olan yetkileri tek adamda toplamak değil, aksine yetkileri merkezden yerele doğru yaymaktır. Barış ancak böyle gelir. Barış, demokratikleşmeyle gelir…“
Genel olarak bakıldığında Demirtaş’ın verdiği cevapta aykırı, ya da ters olan bir durum yok. Ancak söyleyen kişiye göre cevaba bakıldığında ise, düzgün olan bir yan bulamasınız…
Nedenine gelince, Demirtaş da tıpkı sahte Türk solcu ve demokratları gibi içine sinmeyen bu günku sürece bahane bulmaya çalışıyor.
Hazırlanacak anayasada Özerk Kürdistan’da geçse, bunun karşılığında Erdoğan’ın başkanlik istemine onay vermeyecekmiş!…
Bunu kullahıma anlatın…
Sanki Türkiye bugünkü haliyle çok demokrat da, başkanlık sisteminin gelmesiyle, demokrasiden uzaklaşacakmış.
Silvan olayının yaşandığı günde, Demokratik Özerkliğı ilan edilirken, Türkiye çok mu demokratikti?
Demirtaş ve arkadaşları, iradelerini koşulsuz bir şekilde Öcalan’a teslim ederlerken, Öcalan’nın alacağı her türlü karara şartsız bir şekilde uyacaklarını kamuoyunun karşısında ortaya koyarlarken, Öcalan’ın da tek bir kişiden ibaret olduğunu yoksa düşünmüyorlar mı?
Ancak BDP’nin desteği ve ardından referandum yoluyla kabul görebilecek başkanlık sistemiyle, yine halkın çoğunluğunun oyuyla başkan olabilecek Erdoğan diktatör oluyorsa, kendisini başkan ilan eden ve her dediği dedik olan, Başkan Apo ne oluyor?
Peygamber mi?
Kaldi ki, Öcalan yarın, kendisiyle yapılan barış karşılığında Erdoğan’ın sultanlığının ilan edilmesi talimatını verse, Demirtaş ve arkadaşlarının buna ittiraz etme güç ve de sözleri olabilir mi?
Kuşkusuz barış karşılığında varolan demokrasiden de vazgeçilmez ve demokrasiyle beslenmeyen barış da kalıcı olmaz.
Ancak önyargı ve algı kayması ile her ikisine de ulaşılmaz…
22.04.2013
firataras@navkurd.eu