Bir önceki yazımda Kılıçdaroğlu’nu „Komedi Dükkanı’ndaki Tolga Çevik’e“ benzetmiş Tolga Çevik’in sahnede kendisine verilen aleni komutlarla , Kılıçdaroğlu‘nun ise açık alanlarda ve onbinlerce insanın karşısına geçerek daha önceden aldığı gizli komutlarla hareket edip, konuştuğunu yazmıştım.
Ancak referandum’da umduğunu bulamayan CHP’de yeni bir süreç başladı. Bir tarafta Baykalcılar, diğer taraftan ipin ucunu tutan Savcılar, bu iki grubun arasında kalıp ne yapacagına bir türlü karar veremeyen Kılıçdaroğlu.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 29 Ekim’de eşli olarak vereceği resepsiyon daveti ve bu resepsiyona katılım ile ilgili CHP’den yapılan farklı açıklamalar, Kılıçdaroğlu ile ilgili bir gerçeği daha ortaya çıkardı.
O da şu ki, Kılıçdaroğlu sadece aldığı gizli komutlarla hareket etmiyor, aynı zamanda bir ucu Savcılar’ın (Önder Sav Grubu) elinde, diğer ucu ise Kılıçdaroğlu’nun ayağına bağlanmış olan ipin hareketine göre yönünü belirliyor.
Referandum sürecinde kendisinden beklenen sonucu elde edemeyen Kılıçdaroglu’nun CHP’deki pozisyonu adeta bir kuklayı andırıyor. Bunun ne zamana kadar devam edeceği ve nasıl bir sonuçla neticeleneceği ise, ipin ucunu elinde tutanların niyet ve kararlarına bağlı.
Eğer ipin ucu, bir Kürt medresesinde yaşanan hikayde olduğu gibi bir sofi’nin eline geçerse vay Kılıçdaroğlu’nun haline…
Cumhurriyet sonrası Tevhid’i Tedrisat yasasıyla birlikte Kürdistan’da Kürtçe eğitim veren medreseler kapatılınca, bazı bölgelerdeki yurtsever imamlar bu yasaklamaya karşı kimi alternatif arayışlara girdiler.
Daha önce çok yönlü olan medrese eğitimini, cami ya da köy odalarında ve gizlilik koşullarında sadece dini eğitim temelinden sürdürmeye başladılar.
Bunu yapmakla amaçladıkları şey, ilerde herhangi bir köyde imam olabilecek çocukları kendi anadilleriyle eğitmek ve gizlilik koşullarında da olsa medreselerin işlevlerini sürdürmek.
Bu medreselerin birinde feqilere (öğrenci) ders veren imam bir gün öğrencilerinden en başarılı olanını seçer ve kendisini Cuma günlerinde vaaz vermesi için görevlendirir.
Vaaz işiyle görevlendirilen öğrenci bu işi yapamayacağını, hele hele imamın bulunduğu bir ortamda bunun üstesinden gelemeyeceğini söyleyerek, kendisine verilen görevi geri çevirir.
İmam ise öğrencisine, verdiği görevin korkulacak bir yanının olmadığını, üstelik kendisinin de sürekli cemaatte ve kendisine yakın bir yerde oturacağını, hata yapması halinde kendisini uyaracağını belirtip, verdiği görevi yerine getirmesi için ısrarcı olur.
Bu ısrar üzerine görevi kabul eden öğrencisiyle yalnız kalan imam öğrencisine; „Vaaz verdiğin gün ayağına bir ip bağlayacam. Hata yaptığında ipi hafifçe çekerek seni uyaracam. Sen de nerede hata yaptığını böylelikle anlayıp ona göre düşünür ve hatanı telefi edersin“ der.
Uzun bir süre işler planladıkları gibi gider.
Ancak günün birinde imamın yanına oturan bir sofi’nin devreye girmesiyle işler çığırından çıkar ve vaaz veren öğrencinin camiyi terkedip hayatı boyunca bir daha oraya adım atmamasıyla sonuçlanır.
Öğrenci vaaz vermeye başlayınca imamın yanında oturan sofi bir ucu imamın yanında olan ipi görür. Bir hayli uzayan vaaz esnasında canı sıkılan sofi, eline aldığı iple gizli gizli oynamaya başlar.
Sofi’nin hareketini görmeyen öğrenci, ipin her hareketinde durup imama bakar. İmam her seferinde kimi işaretlerle devam etmesini söyler. Ancak ipin sürekli çekilmesinin imamdan kaynaklanmadığının farkına varan öğrenci konuşmasını kesip imama; „Hocam ipimin ucu bir namusuzun eline geçmiş, beni oyuncak gibi oynatıp duruyor“der ve bir daha dönmemek üzere camiyi terkeder.
Şimdi bir ucu kendisinin ayağına bağlı olan ipin diğer ucunun önümüzdeki süreçte kimin eline geçeceğini az-çok tahmin eden Kılıçdaroğlu, vaaz veren öğrenci gibi onurlu davranıp CHP’yi mi teredecek, yoksa siyasi hayatını bir kukla olarak mı sürdürecek…
Bunu önümüzdeki süreçte Kılıçdaroğlu’na umut bağlayanlarla birlikte göreceğiz…
17.10.2010