Hürriyet Gazetesi‘ni okuyanlar mutlaka o malum yazıyı da okumuşlardır.
Yazı Ertuğrul Özkök’e ait.
Tarihi 6 Haziran 2010.
Yazının başlığı; „Birlikte yaşamak zorunda mıyız.“
Yazı Özkök‘e ait olmakla birlikte ana fikri Cumhurriyet Gazetesi yazarı Orhan Bursalı’nın düşüncelerini içeriyor.
Özkök’de yazısının ana eksenini Bursalı’nın düşüncelerine dayandırarak şöyle alıtılandırıyor; „Cumhuriyet Gazetesi’nin yazarı açık açık, ‚Ayrılma kozunu, Türklerin ve Kürtlerin önüne koyalım‘ diyor.
Cumhuriyet Gazetesi’nin bir yazarı bunu söyleyebiliyorsa, bütün Türkiye söyleyebilir.
Haydi gelin ağzımızı alıştırmak için hep birlikte soralım:
Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?” diyor.
Daha sonraki günlerde de aldığı tepkilere karşı gerekçelerini uzun uzadıya yazıyor Özkök.
Özkök’ün bu konuyla ilgili yazılarının tümünü okudum.
Kuşkusuz Özkök; „Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?” derken, bunu Kürtlerin içerisinde bulundukları koşullardan kurtulmaları için söylemiyor. Aksine Kürtlere yönelik bir tehdidi dillendiriyor. Ki iki gün sonraki yazısında da; „Eğer birlikte yaşayacaksak, Kürt talepleri, imtiyazlı bir Kürt etnisitesi oluşturma noktasına götürülmemelidir“ şeklinde söylediklerinin altını dolduruyor.
Özkök’ün bu yazdıklarına akliselim bir Türk’ün karşı çıkması, ve onu ırkçılıkla suçlaması gayet doğaldır.
Ve nitekim Ahmet Altan başta olmak üzere Taraf yazarları, Özkök’ün bu yazılarına karşılık gösterdikleri tepkiler, Kürtlerin hak arayışlarına yönelik besledikleri iyi niyetlerinin bir sonucudur.
Ne diyor Ahmet Altan:
„… Ayrılınacaksa insafla ve vicdanla ayrılınmalı.
Bir kere, Kürt ya da Türk bütün vatandaşlar hangi tarafta kalacaklarına özgürce karar vermeli, istediği tarafın vatandaşı olmalı.
İkincisi, bu ülkenin zenginliği ortak yaratıldığına göre ayrılma ânında “daha zengin” olan kesim “daha fakir” olanına “tazminat” ödemeli.
Ayrılığı konuşacaksak böyle konuşalım.
Aksi takdirde, yaptığımız “ayrılığı” tartışmak olmaz, vicdansız bir şantaj olur.“
Ancak Kürtleri temsil iddiasıyla ortaya çıkan ve yeri geldiğinde tozu dumana katan BDP’li Hasip Kaplan olunca, işin rengi değişiyor.
Antalya sokaklarında soyadına yaraşır bir şekilde gürleyen Kaplan, bakın Özkök’ün yazdıklarına karşı nasıl haykırıyor;
“ Türkiye’de Kürtler ayrılmayı konuşmalıdır denmesi, bu halka, bin yıllık tarihimize, Çanakkale’de, Dumlupınar’da yan yana yatan şehitlerimize yapılacak en büyük saygısızlıktır. Bu, Hitler’in soykırım tezleriyle aynı gördüğüm son derece tehlikeli bir yaklaşımdır. Türkiye’de tartışılmayacak bir şey varsa o da bu ülkenin birliği ve bütünlüğüdür. Bu ülkede hiç kimsenin Kürt ve Türklerin ayrılmasını tartışmak haddine değildir. Böyle bir tartışmayı açma hakkı da yoktur. Bu, düşünce özgürlüğü kapsamında, ifade hürriyeti kapsamında da asla hoş görülemez…“
Kaplan’ı tanımyan, bilmeyen onu Ağustos şurasında Başbuğ’un yerine kendini hazırlayan ve Türkiye sınırlarının korumasından sorumlu KKK olduğunu sanır.
Bağımsız bir Kürdistan kurma talebiyle ortaya çıkan Kürtlerin, varsa koşulları, yanyana yaşadıkları halklarla birlikte ortak bir kadere razı olabilecekleri düşünülürdü de; ancak günün birinde onlara hertürlü baskı ve işkenceyi reva gören sömürgecilerin sınır muhafızlığına soyunabileckleri kimsenin aklına gelmezdi.
Bu anlayış ne yazık ki sadece Hasip Kaplan’ın kişiliğiyle de sınırlı değil. Beyinleri dumura uğratılmış birçok Kürdün de ortak anlayışıdır.
Yakın geçmişe baktığımızda, benzeri birçok örnekle karşılaşabiliriz.
Kurdukları legal partiler için ısrarla „Türkiye Partisiyiz“ söylemlerinden tutun, son anayasa değişikliğinde takındıkları tavırlara ve 12 Eylül’de yapılacak referandum tutumlarına kadar, hepsi bu anlayışın birer ürünüdür.
Kürtler, daha zengin ve daha müreffeh bir ülkede yaşama hayalinden ziyade, kendi toprakları üzerinde özgürce ve ulusal değerleriyle yaşayabilecekleri bir amaç uğruna mücadele sahnesine çıktılar. Büyük bir çoğunluğu bugün de bu amaçla canını ve malını ortaya koyarak mücadele ediyorlar.
Hertürlü propgandaya ve çarpıtmaya rağmen, Kürtlerin gelecekle ilgili hayallerini süsleyen bağımsız ve özgür bir Kürdistan yaşama hedefidir.
Eğer bu olmamış olsaydı, bugün Hasip Kaplan’ın mensubu olduğu partnin Kürt Belediye Başkanları’nın koltuklarında belki de hükümetin de gücüne dayanan ve bu nedenle daha iyi hizmet verebilecek AKP’liler oturmuş olacaklardı.
Hasip Kaplan’ın bu söylemi, başta Kürt halkı olmak üzere mensubu olduğu partinin tabanına da hakarettir.
Bugün Hasip Kaplan’a düşen onurlu tavır, Kürt halkından özür dileyip milletvekilliğinden istifa etmektir.
14 Haziran 2010