Toplumsal hak ve özgürlüklerin gelişkin, bireylerin kendilerini devletten ve her türlü toplumsal baskı gruplarından bağımsız olarak tanımlayabildikleri toplumlarda, eleştiri ve eleştirmenlere özel bir önem verilir. Çünkü bu tür toplumlarda eleştirinin amacı, eleştiri konusu olan şey de var olan eksiklikleri tespit etmek ve daha iyi olanın gerçekleşmesine hizmet etmektir.
Bu nedenle, eleştiriye de, eleştirmenlere de ciddi bir şekilde ihtiyaç duyulmaktadır. Bilim, sanat ve edebiyat alanında herhangi bir esere imza atan kişiler, o eserin satışı ve toplumda kabul görmesinden önce, eser hakkında yapılmış olan eleştirilere bakar ve ona göre ürettikleri esere değer biçerler. Bilim, sanat ve edebiyatta olduğu gibi, siyasette de bu böyledir.
Bireyin kendisini bir cemat ya da cemiyetin bir mensubu olmakla tanımladığı Kürt toplumu gibi toplumlar da ise, durum çok daha farklıdır. Bilim, sanat ve edebiyat gibi alanlarda gözle görülür bir üretkenlik olmadığı için, eleştiriden de eleştirmenlerden de bahsedilemez. Geriye eleştirinin yapıldığı tek bir alan kalıyor ki, o da siyaset alanıdır. Bu alana yönelik yapılan eleştiriler de, tek kelimeyle birer suç, eleştiriyi yapanlar da, „ajan“, „onun bunun adamı“, „örgüt düşmanı“, „hain“ gibi sıfatlarla ad edilir…
Dolayısıyla ne eleştiri yerini bulur, ne de birileri yapılan eleştiriden bir ders çıkarma ihtiyacı duyar…
Eğer yapılan eleştiri siyasal bir karar ile ilgili ve eleştiriyi de yapan bir parti mensubu ise, „önce alınan kararı yerine getir, yada alınan karara uy, ondan sonra eleştir“ cevabıyla karşılaşır. Böylelikle eleştiri sahibi, öncelikle yanlış görduğu karar ya da uygulamaya ortak edilmesi sağlanır, ardından da eleştiriyi yapan kişi şu ve ya bu şekilde susturulur…
Bağımsız bireyler tarafından yapılan eleştiriler de yine benzer bir mantıkla karşılık bulur. Hatta kimi zaman; „yapılan işi beğenmiyorsan, ya da eksik buluyorsan, buyur gel, daha doğrusunu kendin yap“ türünden cevaplarla yapılan eleştiri es geçilir…
Bunun doğal sonucu olarak toplumda, çok renklilik yerine tek reng, çok seslilik yerine ise, tek ses egemen ve hakim duruma gelir.
Toplumsal kurum ve kuruluşlar birer tarikata, onları yönetenler, dedikleri dedik, kestikleri kesik olan birer tarikat şeyine, o kurum ve kuruluşlarda yeralanlar da birer müride dönüşüyorlar…
Ondan sonra şeyh bir ufurur, mürid ise ona binbir şey ekleyerek, şeyhin o ufuruğunu, başı sonu belli olmayan bir hikayeye dönüştürür. Önce, uydurduğu hikayesine kendisi inanır, sonra da, tıpkı çocukluğumda duyduğum dini hikayeler gibi, onu, önüne gelene hikaye eder.
Çocukken duyduğum ve hiç unutamadığım hikayelerden biri şöyleydi: Kiyamet günü kopmuş, her kes şeyhinin arkasında sırat köprüsünün önünde sıraya girmiş, kazasız, belasız karşı tarafa geçmenin telaşında, tarikat şeyleri ise keramet yarışında…
Tarikatlardan birinin şeyhi iki elini arkasına kenetleyerek güle oyanaya sırat köprüsüne çıkar, müridleri de çobanı takip eden koyunlar misali, şeyhlerini arkasına vererek, sorunsuz bir şekilde karşı tarafa geçmeyi başarırlar. Bir süre sonra başka bir tarikatın şeyhi de aynı edayla köprüye çıkar ve tek başına öbür tarafa geçer. Daha önce geçen şeyh müridlerine dönerek; „Ey mürtler, görün, işte benim kerametimin büyüklüğü. Sizleri kazasız, belasız sırat köprüsünden geçirdim“ der.
Şeyhlerinin konuşmasını dinleyen müridlerin bakışları bir anda, tek başına köprüden geçen şeyhe çevrilir. Kendisini küçümseyen müridlerin bakışlarını hiseden şeyh, elini cebine atar, tütün tabağını, usulca yan cebinden çıkarır, tabağın ağzını açar açmaz, bir anda milyonlarca mürid tabaktan çıkarak, şeyhlerinin etrafında kümelenirler. Bu kez ikinci şeyh müridlerine dönerek; „Bu da benim kerametimin büyüklüğü, başkaları müridlerini, yürüterek sırat köprüsünden geçirir, ben ise sizleri böcek gibi tütün tabağıma sığdırarak bu tarafa ulaştırdım“der.
Müridlerin bir kesimi, çobanının peşinden giden koyunlara, diğer bir kesimi ise şeyhlerinin cebinde taşınabilen böceklere dönüşmüş olmayı, bir erdem olarak görür, sırat köprüsünden geçmiş olmanın sevincini yaşarlar…
Kulvar farlılığına rağmen bugün de benzer hikayeleri, üstelik sırat köprüsü de henüz ortada yokken duymuyor muyuz?
Eleştiriye ve gelişmeye kapalı bir toplum olarak Kürtler, her seferinde olduğu gibi, bu gün hala duvardan duvara tosluyorlarsa, bunun temel nedenlerinden bir de, anlatılan bu sahte kurtuluş hikayelerinin çokluğu ve o hikayelere kulak veren, beyinleri dumura uğramış olan müritlerin varlığı değil midir?..
26.10.2013
firataras@navkurd.eu