Demokratik Özerkliğin ilanı ile birlikte Kürt sorunu ve bu sorunun çözümü konusunda ortaya konulan öneriler yeniden yoğun bir şekilde tartışılıyor.
Özerklik ilanının Kürtler ve Türkler açısından ne anlam ifade ettiği, ne tür sonuçlar doğuracağı, zamanlamasının doğru olup olmadığı konusunda, birbirinden çok farklı yorumlar var.
Bu yorum farklılıkları salt Kürt ve Türkler‘den kaynaklanmıyor. Kürtler arasında ve hatta BDP’nin desteğiyle seçilen milletvekilleri arasında da farklı yorumlara rastlanıyor.
Şrefettin Elçi, ilan edilen özerkliği gereksiz ve zamansız olarak nitelendirirken, Altan Tan zamansız olarak değerlendiriyor.
Radikal’e konuşan Şerafettin Elçi, demokratik özerklik ile ilgili eleştirelerini, „Zamanlama ve usulünü eleştiriyorum. Özerklik tek taraflı ilan edilecek bir şey değil. O devletin bütünlüğü içinde, yasal sistemi içinde, Anayasa’ya dayalı olarak ve o toplum ile uzlaşı içinde varılacak bir karardır. Bir kesimin kendi başına özerklik ilan etmesi gibi bir şey olmaz. Kalkıp tek taraflı ilan etmekle özerklik olmaz. Bunu anlayamadım. O toplantıda yoktum ama olsaydım da karşı çıkacaktım“ diyor.
Özerklik konusunda partisinden ayrı düşünenlerden biri de Altan Tan. Hem parti grubunda, hem de DTK toplantısında konuşma yaparak itirazını dile getiren Tan, kararın zamanlaması ve yöntemi üzerinde durmak gerektiğini belirterek, „Meclis’te yeni anayasa hazırlıkları yapılırken Kürt siyasetinin böyle tek taraflı bir girişimde bulunacağını sanırım kimse beklemiyordu. Anayasa ile ilgili süreç işliyor. Bu tartışmaları yapmadan bütün köprüleri atmak yeni anayasa sürecine olumlu yansımaz“ diyor.
Leyla Zana ise, özerkliğin ilan edildiği gün DTK tarafından organize edilen toplantıyı terkederek tepkisini dile getiriyor.
Yine Kürtlerin oyuyla milletvekili seçilen Ertuğrul Kürkçü, BDP’nin Van’da yapaçağı yaz kampından sonra özerklikle ilgili düşünce beyanında bulunacağını kamuoyuna deklere ediyor.
14 Temmuz günü basının karşısına geçerek Demokratik Toplum Kongresi’nin Demokratik Özerklik ilanını elleri titriyerek okuyan Aysel Tuğluk, bir hafta aradan sonra; „Demokratik özerklik ilanını yaptığımız gün Diyarbakır’da 13 asker ve iki gerillanın yaşamını yitirdiği haberi geldi. Açıklama o gün olmayabilirdi, sonraki bir güne de bırakabilirdik. Keşke yapabilseydik ama o an bir tutukluk yaşandı. Hazırlıklar daha önceden yapılmıştı, basın davet edilmişti. Özerklik konusu uzun bir süredir zaten gündemimizdeydi. Duyurunun öyle bir güne denk gelmesini istemezdik“ diyor.
Şerafettin Elçi dışında, Altan Tan ve diğer BDP’lilerin eleştirileri, ağırlıklı olarak özerklik ilanının zamanlamasına yönelik.
Oysa, gerek demokratik özerklik kararı ve gerekse demokratik özerkliğin ilan edileceği günü karar altına alan Demokratik Toplum Kongresi değil. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un eşbaşkanlığında çalışmalarını yürüten DTK’nın bu konudaki tek görevi, Abdullah Öcalan’ın talimatlarıyla Kandilin almış olduğu bu kararı kamuoyuna açıklamaktan ibarettir. Demokratik Özerklikle neyin hedeflendiği ve bunun içinin nasıl doldurulacağını kavrayabilmek için Öcalan ve Kandildeki PKK’lıların söylemlerine bakmak gerekir.
Öcalan’ın son avukat görüşmelerinde bu konuya yine epey yer verilmiş. Abdullah Öcalan’ın bu konuda söylediklerini esas alırsak, DTK tarafından ilan edilen demokratik özerklikliğin daha çok bir Türkiye projesi olduğu gerçeğiyle karşılaşırız.
18 Temmuz tarihli görüşmede Öcalan avukatlarına, “ Aslında demokratik özerklik 2005’te ilan edilmişti. Önemli olan bunun içini doldurmaktır, pratik uygulamasını yapmaktır. İlandan ziyade pratikleşmesi önemlidir. Pratikleşmedikten sonra ilan çok da anlamlı değil. Artık pratikleştirme yönünde çalışmalarını yoğunlaştırabilirler. Demokratik Özerklik sadece bölgeye özgü olmadığını bölgesel bir çözüm biçimi değildir. Bütün Türkiye’de uygulanabilecek, Türkiye gerçeğine, kültürüne daha uygun bir modeldir. Yerellerin, yerel kültürlerin güçlendirilmesidir“ diyor.
Eğer Öcalan’ın bu söylemlerini esas alırsak, tüm Türkiye’yi ilgilendiren böylesi bir projenin ilan edileceği yer de Diyarbakır değil, Ankara, ilan eden kişiler de DTK eşbaşkanları olan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk değil, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Erdoğan olmalıydı…
Yeri geldiğinde, „Başkanımın hatalarının da millitanıyım“ diyen Karasu’nun bir süre önce bu konuda yazdıkları ise çok daha farklı.
Karasu; „Önümüzdeki dönemde Demokratik Özerkliğin ilanı, toplumun kendi kendini örgütlemesi gündeme gelecektir. Gençlik sokak çatışmalarında, polisle karşı karşıya geldiğinde; kendini örgütleyerek doğru tarzla polisin sağından, solundan, önünden taşlarla, sopalarla kendini koruyabilir ve polisi püskürtebilir. Böyle bir mücadele tarzında panzerler de, tomalar da, akrepler de etkisiz kalır“diyor.
Demokratik Özerklik konusunda Karasu’nun dediklerini esas alırsak, bu da bana 12 Haziran öncesi yazılan kimi senaryoları hatırlatır ki, bu senaryoların gerçekleşme ihtimali dahi, tüm Türkiye’de kan ve gözyaşının yeniden oluk oluk akmasından başka bir sonuç doğurmayacaktır…
Bu süreçte kim ve ya kimlerin belirleyici olacağı, ilan edilen demokratik özerkliğin nasıl bir sonuç doğuracağı ve içeriğinın nasıl doldurulacağını görmek için bir süre daha beklemek gerekir…
24.07.2011
firataras@navkurd.eu