AK Parti’nin „Kürt Açılımı“ ilk günden eksik ve biraz da acemice yapıldı. Adı doğru konulmakla birlikte, ulusalcı-ırkçı kesimlerin gösterdikleri reaksiyon nedeniyle daha ilk günden isim değişikliğine gidildi.
Sorunun tarafları gözardı edilerek tek yanlı yaklaşıldı. Kendi arasında bile ciddi bir koordinasyon ve uslup birliği oluşturamayan iktidar partisi, hata üzerine hata yaptı. Uzun bir zaman dilimi boşu boşuna heba edildi. Açılımın koordinasyonundan sorumlu olan İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın son açıklamalarıyla adeta başa dönüldü.
Ne diyor Beşir Atalay:
„Meclis içinde ‘ben muhatabım, ben bu konuda dirayetliyim’ diyecek birilerini arıyor, Meclis içi meşru muhatabı çok önemli görüyoruz“ diyor.
Boşa harcanan bunca zamana rağmen iktidarın bir muhataba ihtiyaç duyması ve bu konuda bir arayış içerisine girmiş olması olumlu bir gelişme…
Beşir Atalay bu açıklamasıyla aslında bir arayıştan öte, zımni bir biçimde muhatap olabilecek birilerini de işaret ediyor.
Ancak, işaret edilen DBP yöneticileri ise ortaya çıkıp, „aradığınız muhatap biziz“ diyeceklerine başka adresler göstererek, ayaklarına gelen topu taca atıyorlar.
DBP’liler bu açıklamalarıyla işi kolaylaştıracaklarına, daha da zorlaştırıyorlar.
Her seferinde Öcalan ve Kandil‘i muhatap göstermekle, aslında ne Öcalan’a ne de Kandil’e iyilik yapmış olmuyorlar, aksine onlara kötülük yapıyorlar.
Çünkü bu aşamada hükümetin istese de Öcalan’ı ve Kandil’i açıkça muhatap alamayacagını onlar da biliyorlar.
Kaldı ki bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum da değil. Diğer ülkelerde de benzeri sorunlar kimileriyle kapalı kapılar ardından görüşüldü, kimileriyle de açıktan açığa…
Devletin gerek askeri ve gerekse sivil kanadının Öcalan ve Kandil ile kapalı devre görüşmeler yaptığını, zaman zaman kamuoyuna yansımakta ve taraflarca da teyid edilmektedir.
Durum böyle iken DBP’lilerin kendilerini kenara çekmesi ister istemez kimi soruları da akla getirmektedir.
Açılımın belli bir safhaya gelmesi, Öcalan‘ın içerisinde bulunduğu koşuların hafiflenmesine hatta süreç içerisinde özgürleşmesine yol açacaksa;
DBP‘liler Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşmasını istemiyor olabilirler mi?
Öcalan’ın özgür olmasi DBP’nin vitrinini değiştirecekse, vitrinde yeralanların ısrarla benzeri söylemlerle hareket etmeleri , paraşütle geldikleri konumlarını koruma güdüsünden ibaret olabilir mi?
Tarhan Erdem’in deyişiyle; „Öcalan’ın ya da PKK’nın bulunacağı yerde, Demirtaş ne sıfat ve görevle oturacaktır? „
Bu soruların cevabını herkes gibi ben de merak ediyorum…
16.03.2010